"One person's craziness is another person's reality. Birinin delilik olarak gördüğü başka birinin gerçeğidir." - Tim Burton16 - 17 Aralık 2017 tarihlerinde Barcelona'da düzenlenen 24 saat pist yarışında koştum. Aşağıda neden, niçin ve nasılları ile yarışın detaylı hikayesini bulabilirsiniz.
Bu rapor ilk Türkçe 24 saat pist raporu olacağı için özellikle giriş bölümü her zamankinden biraz daha detaylı olacak. İsteyenler girişi atlayıp direkt yarışa geçebilirler ama birçok nüansı kaçıracağınızı söyleyebilirim.
Ultramaraton içinde birbirinden çok farklı dallar barındıran
bir spor. Patikalar, ormanlar ve dağlarda yapılan yarışlar günümüzde daha popüler olmasına rağmen yollarda koşulan ve pistlerde zamana
karşı yapılan yarışlar da bu sporun bir parçası. Ultra koşmaya Türkiye’de başlayan biri olarak
ben de önce patika ultraları koştum. Türkiye’deki yarışların ardından dünyanın önde gelen bazı patika ultralarını
tecrübe ettikten sonra yol ultralarında da kendimi test etmek istedim ve dünyanın
en önemli yol ultrasını üç kez koşma şansı buldum. Bu sporun üçüncü ayağı zamana
karşı yapılan yarışlardı ve son üç yıldır bir 24 saat yarışı koşmak için fırsat
arıyordum.
Güzel
manzaralar eşliğinde koşmak varken neden pistte 24 saat dönmek? Mazoşist misin?
Bir sorunun mu var?
Aslında bu
sorunun cevabı diğerleri ile aynı. Arazide, ormanda, dağda yüzlerce kilometre
koşmak “normal bir insan” için ne kadar mantıklı ise bu da o kadar mantıklı.
Her ikisinin ortak noktası bunun kendimize karşı bir meydan okuma olması. Önce
kendine yapılması çok zor veya imkansız gözüken bir hedef belirle, sonra
bunun için aylarca bazen yıllarca kendini hazırla, sonunda da yarış günü bu
hedefe ulaşmaya çalış. Bunları yaparken beynindeki limitleri kır, korkularınla yüzleş ve yapamayacağını düşündüğün şeyleri gerçekleştir. Çevre ve konsept farklı olabilir ama ana fikir
tamamen aynı.
İkinci
faktör ise bence ölçülebilirlik. Neden dünyada milyonlarca insan yol maratonu
koşuyor? Çünkü ortada ölçülebilir ve dünyanın her yerinde birbiri ile
karşılaştırılabilir bir rakam var. İki patika ultrası arasında ancak belli bir
dereceye kadar karşılaştırma yapabilirsiniz. Yükseklik kazanımı, zemin, parkur,
zorunlu malzeme ve değişik kurallar derken çok sayıda değişken olur. Bazen şartlar öyle farklı olur ki aynı parkurda iki ayrı senenin sonuçlarını bile kıyaslayamazsınız. Ama resmi
bir maratonu 3:45’de koştum dediğinizde Şili’den Macaristan’a, Danimarka’dan
Japonya’ya her koşucu bunun ne anlama geldiğini bilir. Üstelik 30 yıl önce veya
20 yıl sonra olsa da bunun anlamı değişmez.
İşte zamana karşı ultralar bunun için de önemli. Ölçümü yapılmış, IAU ve IAAF kurallarına uygun şekilde düzenlenen bir
yarışta, örneğin 24 saat içinde 170 km koştum
dediğiniz zaman bunun anlamı dünyanın her yerinde aynıdır. Kendinizi kendinizle
veya dünyanın başka bir yerinde 24 saat yarışı koşmuş biri ile kıyaslayıp
nerede olduğunuzu görebilirsiniz.
Neden Barcelona?
İlk sebep
tarihti. 200 km’nin üzerinde koşmayı hedeflediğiniz bir yarışın toparlanma
süreci uzun olabilir. Yıl içinde başka hedeflerle çakışmaması için Aralık benim
için iyi bir tarihti. Ayrıca Barcelona’ya çok sık uçuş var ve erken bilet
alırsanız oldukça ucuza bilet bulabiliyorsunuz. Bir başka avantaj ise önceki
senelerde bu yarışı birçok yabancı arkadaşımın koşması idi. Bu sene 14. kez
düzenlenecek yarışın çok profesyonelce düzenlendiği konusunda onlardan olumlu
bilgiler almıştım.
Son olarak,
belki en önemlisi ise bu yarışın IAU (International Association of
Ultrarunners) ve IAAF (International Association of Athletics Federations) kural
ve talimatlarına uygun olarak düzenlenmesi. Çip sisteminin yanında çok sayıda
hakem de kullanılıyor. Herkesin yarım turları dahil metresine kadar ölçülüyor
(bunu nasıl yaptıklarını ileride anlatacağım). Dolayısı ile bu yarışta elde edilen dünya
rekoru, kıta rekoru, ülke rekoru, yaş grubu rekoru vs. gibi tüm rekorların resmi geçerliliği bulunuyor. Benim de hedeflerimden biri ülke rekoru
olacağı için bu kritik bir detaydı.
Daha önce 24 saat yarışı
koşmadıysanız nasıl hedef belirleyebilirsiniz? Bunun en sağlıklı yöntemi önce
zamana karşı 6 ve 12 saat yarışları koşmak. Nasıl 10K ve YM süreleri maraton
dereceniz hakkında bilgi verirse 6 ve 12 saat yarışları da 24 saat için en iyi
fikir verecek yarışlar.
Bu yarışları koşmadıysanız önceki diğer yarışlarınızdan ve tecrübelerinizden yola çıkarak hedef belirlemelisiniz. Ben yarış öncesi kendime kademeli olarak üç hedef belirlemiştim:
- 200 km (İlk 24 için güzel ve yuvarlak bir sayı. Gerekli ortalama pace: 7:12 dk/km)
- 212.578 km (14 Mayıs 1989’da Şükrü Meriç tarafından Almanya’nın Morlenbach kentinde kırılan 24 saat Türkiye rekoru. Gerekli ortalama pace: 6:46 dk/km)
- 216 km (Spartathlon’a kuraya girmeden direkt katılma hakkı. Gerekli ortalama pace: 6:40 dk/km)
Yarış günü organizasyonun yayınlandığı fotoğraf. |
Zorluklar
Pistte 24
saat koşmak zor mu? Hem evet, hem hayır. Eğer kendinize potansiyelinizden düşük
bir hedef koyarsanız bence çok zor değil. Çünkü yarışın bitiş çizgisi siz nerede
olmasını isterseniz orada. Toplamda 50 km koşan da bitirmiş oluyor, 250 km
koşan da. Eğer potansiyelinizden yavaş koşar, yoruldukça oturur hatta uyur, ara
ara koşarsanız zorluk büyük ölçüde azalır. İşaret takibi yok, suyun ve yiyeceğin bitme
durumu yok, dağın başında kalma ihtimaliniz yok. Bunlar bazı avantajlar.
Öte yandan kendinize
iddialı bir hedef koyar ve tüm benliğinizle bunu gerçekleştirmeye
odaklanırsanız ekstra zorluklara hazırlıklı olmak gerek. Öncelikle klasik
ultralardaki “bir yerden bir yere gitme” duygusunu bulamamak psikolojinizi
ister istemez olumsuz etkileyecek. Kendinizi istediğiniz kadar hazırlayın 24
saat boyunca bu duyguyla sürekli mücadele etmek durumunda kalacaksınız.
İkincisi patika ultralarında kendinizi çok kötü hissettiğinizde genelde 10-15 km
aralıklarla bulunan bir sonraki istasyona ulaşmak büyük bir motivasyon
kaynağıdır. Orada şarj olduktan sonra çoğu zaman bir 10-15 km daha gidecek gücü
bulursunuz. Burada her 400 metrede bir oturmak, yatmak, durmak için bir
bahaneniz olacak. Patika ultralarında bırakmak istediğinizde bile
organizasyonun bir araç gönderip size alması ve oradan bitiş noktasına taşıması
gerekir. Yani bazen bırakmak bile kolay olmaz! Burada her 400 metrede bir, “elinize sağlık
güzel yarış olmuş ama izninizle ben otele geçip biraz uzanacağım” demeniz için her türlü faktör mevcut.
Bir başka
zorluk kas tahribatı ve yükselen sakatlık riski. Patika ultralarında yokuş ve
inişler yarışa belli bir zorluk katsa da, zemin ve eğimin sürekli farklılaşması
adım boyunun, kadansın ve darbe noktalarının sürekli değişmesi anlamına gelir. Böylece
darbeleri farklı kas grupları üzerine yayma şansınız olur. Bir pist yarışında ise
attığınız her adım birbirinin aynıdır. Yüzlerce kilometre yüz binlerce adım
demek ve tüm darbeyi sürekli aynı kas grubuna, aynı tendonlara alacaksınız. Saatler geçtikten sonra
bunun etkisi çok farklı bir boyuta ulaşabiliyor. Bu yüzden “overuse injury”
dediğimiz sürekli aynı noktaya alınan darbelere bağlı sakatlık riskinin en yüksek
olduğu yarış tipi bence bu. Gerekli altyapı olmadan yapılan kontrolsüz bir koşu
çok olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Format, Kulvarlar,
Kurallar
Bu tip yarışların belli kriterleri var. Barcelona'da aynı anda üç farklı yarış düzenlendiği için biraz karmaşık
gibi gözükse de aslında durum basit. Bu bölümü okuyup altındaki videoya göz
atarsanız her şey kafanızda oturacaktır.
8 kulvarlı pistin 6, 7 ve 8. kulvarları 24 saat koşanlara
ayrılmış durumda. Ayakkabınıza çipinizi takıyorsunuz ve her tur bitiminde
elektronik halı üzerinden geçtiğinizde tur sayınız artıyor. Bildiğiniz gibi 400
metrelik mesafe bir atletizm pistinin en iç kulvarının yanı 1. kulvarın
mesafesi. Dış kulvarlara doğru gittikçe mesafe artıyor. 24 saat koşanlar için her bir tur 6. kulvar uzunluğu olan
437.7 metre üzerinden hesaplanıyor. Yani ister 6'dan, ister 7 veya 8'den koşun,
bir turu tamamladığınızda toplam mesafenize 437.7 metre ekleniyor. Bu şartlarda
tabii ki daha kısa olan 6. kulvardan koşmak en avantajlı ama çok yavaş
koşuyorsanız veya yürüyorsanız dış kulvarları kullanmanız isteniyor.
Yiyecek içecek istasyonu? 8. kulvarın da
dışındaki pist kenarında bir yiyecek içecek masası var. Burada su, kola, bisküvi,
çikolata gibi basit ve standart ultra besinleri var. Yani buradan bir şey almak
için koştuğunuz 6. kulvardan çıkıp pist dışına gelmeniz sonra işiniz bitince
tekrar 6. kulvara dönüp koşmaya devam etmeniz gerekiyor.
İç kulvarlarda ne var?
İç kulvarlarda eş zamanlı olarak başka yarışlar var. 4. ve
5. kulvarlarda 12 saat yarışı düzenleniyor. Onlar da 24 saatçiler gibi
Cumartesi öglen 12'de başlıyorlar ama gece 12'de yarışları bitiyor. 12 saat
yarışı bittikten sonra 4 ve 5. kulvar 6 saat boş kalıyor. Daha sonra Pazar
sabahı 6:00’da bu iki kulvarda bu kez 6 saat yarışı başlıyor ve 24 saat yarışı
ile birlikte Pazar öğlen 12:00'de sona eriyor.
Hala takip edebiliyorsanız geriye kaldı 1, 2 ve 3. kulvarlar.
Burada ise takım yarışları var. İki ayrı grup var: 3-6 kişiden oluşan takımlar
ve 7-24 kişiden oluşan takımlar. Her takımın tek bir çipi var. Bir takım üyesi
istediği kadar koştuktan sonra çipini diğer üyeye veriyor ve o koşmaya devam
ediyor. Bu şekilde 24 saat sonunda en çok mesafeyi yapan takım kazanıyor. 24
saat koşanların en çok kıskandığı koşucular bunlardı. Kısa süre koştukları için
haliyle bu arkadaşlar iç kulvardan tabiri caizse adeta yardırarak gidiyorlardı!
Pistin yine bir noktasında 3. ve 4. kulvarlar arasında ince
uzun bir masa var. Burada 12 saatçiler ve takım yarışı koşanların hızlıca
alabilmesi için su ve besinler var. Dolayısı ile 4. kulvarda koşan bir 12 saat
koşucusu, su veya besin almak için 8. kulvarın dışına gelmiyor.
Kısacası aynı anda pistte üç farklı yarış yapılıyor ama kimse birbiriyle
karışmıyor.
Şimdi yukarıda bahsettiğim su ve besin masalarını pistin bir
köşesinde hayal edin. Bunun tam karşısında ise herkesin kendi yanında getirdiği
malzemeleri koyması için bir alan ayrılmış. Burada büyük masalar, yağmur
ihtimaline karşı büyük şemsiyeler ve oturmak için banklar var. Fakat haliyle
burası tüm koşuculara yetecek büyüklükte değil, o yüzden erken gelen kapar
mantığı işliyor ve yetişemeyen bulduğu yere eşyasını bırakıyor. Ben İrlandalı
arkadaşlarla son anda bulduğumuz bir masayı paylaştım.
Buraya kadar her şey tamamsa biraz da kurallardan bahsetmek
gerek. Sakatlık ihtimalini azaltmak için her 3 saatte bir dönüş istikameti
değiştiriliyor. Son olarak pistte hakemler var, kulvar ihlali vs. gibi
yapılmaması gereken şeyler yaparsanız önce sarı kart, devam ederseniz kırmızı
kart gösterip sizi diskalifiye edebiliyorlar.
Evet genel hatlarıyla olay bundan ibaret. Gerisi 24 saat
boyunca ne kadar dönebildiğinize bakıyor.
Yarış Öncesi
Buraya nasıl geldiğimi tam olarak anlatmam için iki yıl
önceye gitmek gerek: 18 Aralık 2015. Aynı yarış için yine Barcelona’da son
hazırlıkları yapıyorum. Yarışın başlamasına saatler var. Türkiye’den gelen bir
telefon üzerine hemen bavulumu toplayıp hava alanına gidiyor ve ilk bulduğum
uçakla dönüyorum. Cenazeye yetişmem gerek. Böylece ilk resmi zamana karşı koşu
deneyimim başlamadan bitiyor.
2016’da tekrar gitmeyi düşünüyorum ama karar verip kayıt
olmaya çalıştığımda kontenjan çoktan dolmuş. 2017 için erkenden kayıt ve otel
rezervasyonunu yapıyorum. Yıl sonu durumun ne olacağı net değil ama bu kez
şansımı kaybetmek istemiyorum. Aralık geliyor ve kardeşim Aytuğ’u ziyaret için Kanada’ya
gittiğimde katılıp katılmama konusunda kafam net değil. Yarıştan sadece 3 gün
önce Türkiye’ye dönüp sonra tekrar Barcelona’ya gitmem gerekiyor ki bunun
etkisini kestiremiyorum.
Salomon Cappadocia Ultra Trail'de 110K koştuktan sonra kendimi iyi hissediyordum ama bir kere koştuğum 25 km dışında uzun koşu yapmamıştım. Daha uzununa gerek olduğuna inanmamıştım. Son 16 haftada üç defa 8-16 saat aralığında yarış koşmuştum ve bu yarışın
uzun antrenmanları onlar olacaktı. Bundan
sonra yarışa kadar tamamen dinlenmiş ve herhangi bir sakatlığım olmadan girmem
gerekiyordu.
Yarış haftasındaki Pazartesi akşamı Toronto’dan dönüş
uçağıma binmek için hava alanına giderken kar fırtınası başlayınca uçağa 7 saat
rötar geliyor. Böylece Amsterdam’dan aktarma yapacağım uçağı yakalama şansım da
kalmıyor. KLM’yi arayıp beni ertesi gün aynı saatteki uçağa almalarını
istiyorum. Telefonda 1 saatten fazla görüşüyorum ama Cumartesi’ye kadar hiçbir
uçakta yer olmadığını söylüyorlar. Bu iş bu yıl da olmadı diye düşünürken son
şansımı kullanmak için hava alanına gidip yetkili birisiyle görüşmek istediğimi
söylüyorum. Biraz uğraştıktan sonra yetkili bir kadın
çağırıyorlar. Durumu uzun uzun anlatıyorum, tekrar görüşmeler ve konuşmalar
derken beni 10 saat gecikmeyle kalkacak uçağa bindirmeyi ve ertesi gece Amsterdam’dan kalkacak yeni bir
aktarmaya almayı kabul ediyorlar. Geç ve uzun oluyor ama oluyor. Yaklaşık 24
saati bulan yolculuktan sonra Çarşamba sabaha karşı İstanbul’dayım. 48
saat içinde toparlanıp 24 saat pistte koşmak için Cuma sabahı Barcelona uçağına
binmek kulağa pek hoş gelmiyor ama artık üçüncü yıl bunu yapmam gerektiğini kendime
hatırlatıyorum.
Cuma 15:30 sularında Barcelona’da oteldeyim. Yarış Cumartesi
öğlen 12:00’de başlayacak. Kayıt ve kit dağıtımı sadece Cumartesi sabah
9:30-10:30 arasında pistte yapılacak. 5-10 dk yürüme mesafesindeki piste gidiyorum,
o saatte üyeliği olanlar dışında kimseyi almadıkları için olay yerine dışarıdan
bakıyorum.
Kuş bakışı bir noktada olduğumdan olacak, pist gözüme fazla
büyük görünüyor. Çevresinde 15 dk yürürken son zihinsel antrenmanımı yapıyorum.
Kendime koyduğum hedefe ulaşmak için yarın 6. kulvarda en az 494 tur
atmam gerekecek.
Yarışın yapıldığı Can Drago pisti |
“Şimdi
sana İrlanda’da nasıl karbonhidrat yüklemesi yaptığımızı göstereceğiz” diyerek
ardı ardına 50’lik biraları deviriyorlar. Sohbet de güzel. Koşucuların muhabbeti tüm dünyada aynı. Yarışlar, antrenmanlar, sakatlıklar…Darren
birkaç gün önce ortopediste gittiğini söyleyip aralarında geçen diyaloğu anlatıyor:
-Bu hafta sonu bir yarış koşmam gerek.
-Sakatlığın var biliyorsun. Koşmasan daha iyi.
-Çok zorlamadan koşacağım.
-Ne yarışı bu?
-24 saat yarışı.
-???
Doktorun yüzündeki ifadeyi görmeniz gerekirdi dediği anda
kahkahalar havada uçuşuyor. (neyse ki ertesi gün 55 km koşup bırakıyor). Sohbet güzel
olmasına güzel ama bu ekibin yatmaya ve birayı kesmeye niyeti yok. Israrlara rağmen 23:30 gibi izin isteyip
kalkıyorum, otele dönerken 5 dk içinde rüzgar ve soğuk kendime getiriyor.
Normalde büyük yarışlardan önceki geceler 3-4 saatten fazla uyuyamayan ben
belki de biraların etkisinden olacak tam 7.5 saat deliksiz uyuyup alarm ile
uyanıyorum.
Başımda hafif bir ağrı var ama yarışın öğlen başlaması bir
avantaj oluyor. Otelde iyi bir kahvaltı yaptıktan sonra kendimi iyi hissediyorum. Kayıt
yaptırıp kitimi aldıktan sonra pist kenarında son kalan boş
masalardan birini tutuyorum. İrlandalı arkadaşlarla masayı paylaşıyoruz.
Yarış öncesi "İrlanda Usulü" karbonhidrat yüklemesi. Sol sıra önden arkaya: Daniel, Darren, Tom, Rachel, Dee. Sağ Sıra: Rolando, Aykut, Jivee, Anne, Barbara. |
Yarışın başlamasına 10 dk kala 24 saat yarışına kayıtlı 150 kişinin
ismi tek tek okunmaya başlıyor. Bir basketbol maçında takımların ilk beşlerinin
anons edilmesini ve oyuncuların birbirlerine çakarak sahaya çıkmasını düşünün.
Aşağıdaki videoda görebileceğiniz gibi aynı olayı yapmışlar. Başlangıç için güzel bir motivasyon.
Yarış (0-8 Saat)
Saatler 12:00’ı vurduğu anda siren çalıyor ve yarış
başlıyor. İlk 3 saat pistte saat yönüne (yani her zaman koşulan yönün tersine)
koşacağız. İlk birkaç tur biraz slalom yapmak zorunda kalsam da giderek herkes kendi
temposunu buluyor. Hesap basit, üst üste beş maraton koşup üstüne bir 5K
eklersem 215.975 km yapıyor. İlk maraton için 3:45 iyi bir hedef. İlk bir
saat hızlı geçiyor ama sonra zaman yavaşlamaya başlıyor. Bir ara kaç tur
attığımı düşünür gibi oluyorum ama daha 30’larda olduğumu düşününce hemen
konuyu değiştirip unutmaya çalışıyorum.
Her 60 dk’yı üç parçaya bölüyorum. Saat başında bir jel, 20 geçe marketten aldığım küçük kruvasanlardan bir
tane ile dilimli kaşar peyniri, 40 geçe ise organizasyonun
masasından 200 ml kadar kola. İşler yolunda giderse ilk 7-8 saat
bu plana sadık kalacağım.
Hava güneşli ama kesici bir rüzgar var. Pistin bir tarafında rüzgara karşı koşarken üşütüyor, arkaya geçince ısınıyorsunuz. Henüz ceket
almaya gerek yok, kolluklar yeterli geliyor ama güneş batınca soğuk olacağı
şimdiden belli.
Oldukça uzun gelen ilk üç saatten sonra dönüş yönünün
değişeceği anonsu yapılıyor. Görevliler pistin 200
metredeki orta noktasına gidip bir U dönüşü noktası hazırlıyorlar. Turunu
bitiren koşucu yeni bir tura başlayıp bu noktaya gittikten sonra U dönüşü yapıp ters yöne dönüyor. Böylece tekrar start noktasından geçtiğinde bir tur daha atmış oluyor
ve artık o yöne dönmeye devam ediyor. Parkurdaki tüm koşucular bu U dönüşü
noktasından geçene kadar beklendikten sonra bu nokta kaldırılıyor. Yarıştan
önce bunu nasıl yapacaklarını merak ediyordum ama gerçekten son derece sorunsuz
bir şekilde uyguluyorlar.
İlk 3 saat bittikten sonra yarışın gerçek uzunluğu
suratınıza çarpmaya başlıyor. Beyniniz bu dönüşü toplamda 8 defa yapacağınızı kulağınıza fısıldıyor. 3:46 gibi maratonu geçiyorum. Geride 20 saatten fazla olduğunu düşününce bu biraz anlamsız kalıyor. Sonraki hedef 80 km'yi 7:30 civarında geçmek.Yarıştan önce beynimi kapatıp uzun süre gideceğimi
düşünmüştüm ama pratikte işler öyle olmuyor. Yanımda destekçi olmadığı için
her detayı kendim düşünmeli, her 20 dakikada yemem gerekenleri hatırlamalı ve hızımı sürekli kontrol altında tutmalıyım.
Yarış başladığından beri pistteki büyük hoparlörlerden ağırlıklı
olarak 80 ve 90’ların hitleri çalınıyor. Normal zamanda sözlerine dikkat etmediğiniz şarkılar o anki ruh halinizde çok değişik etkiler bırakabiliyorlar.
Fleetwood Mac – Go Your Own Way, U2 – Beautiful Day, Journey –Separate Ways, Dire Straits – Sultans of Swing…
Biraz sonra Scorpions Follow Your Heart derken kalbinin sesini takip edenlere mesaj gönderiyor.
It takes one step to start a journeyBir süre sonra Cranberries sanki gelecek saatlerde olacakları bildiren Zombie’yi söylüyor. Saat 18:00 sularında hava soğurken rüzgarlığımı giydikten birkaç tur sonra eldivenleri ve bereyi de almaya karar veriyorum. Artık güneş batmak üzere. Yarışın bundan sonraki yaklaşık 14 saati karanlıkta geçecek. Hoparlörde Iron Maiden – Fear of the Dark var. Şarkıları seçen adam oldukça eğleniyor olmalı diye düşünürken kendisini takdir ediyorum. Seçimi beğenip beğenmemek kişisel bir tercih ama önüne gelen şarkıları arka arkaya ekleyip bir liste yapmamış. Belli ki yaptığı işin önemini kavrayıp bu iş üstünde biraz kafa patlatmış. Belki kendisi de koşucu veya spor yapıyor. Böyle insanları seviyorum.
It's up to you to make it real
This is the time for yourself to be free
You gotta follow your heart
This is the time in your life and it's never too late
To see the light in the dark
You gotta follow your heart...
Jel, kruvasan+kaşar,
kola diyetine devam. Fonda müziğim var. Biraz da koşuyorum. İnsan hayattan daha ne ister?
6 saat
bittiğinde tekrar yön değiştiriyoruz. Bu yön değişimlerinin yavaş yavaş sinirimi
bozmaya başladığını hissediyorum. Tam dönüş yönüne alışıyorum, düzenimi kurup kafamda belli
bir şablon oturtuyorum, derken sanki birisi gelip masayı deviriyor ve filmlerdeki kötü adam kahkahası eşliğinde "hadi her şeye yeniden başla bakalım" diyor.
80 km’yi 7:33’de geçiyorum. Start noktasını geçtikten hemen
sonra pistin kenarında bir monitör var, burada göğüs numaraları, toplam mesafe
ve sıralama güncelleniyor. Tüm numaralar bir ekrana sığmadığı için ekranın
sayfa sayfa dönmesini beklemek gerekiyor. Ayrıca monitöre bakmak için pistten
5-6 metre çıkıp geri gelmek gerekiyor ki bu da ritmi bozuyor. Sadece yarışın ilk
kilometrelerinde çipimin çalıştığını kontrol etmek için baktığım monitöre 80. km’de
ilk kez bakıyorum. Numaramın yanında 12. olduğum yazıyor. Önemi yok ama ben de 10-20 arası
bir yerlerde olduğumu tahmin ediyordum.
Bir sonraki hedefe odaklanıyorum.
100 km'yi 9:30 civarında geçip sonra 100 mili 17 saatin altında bitirmek. 216K
hedefine ulaşmak için 100 mil/17
saat kritik bir hedef. İkinci 80'in kırılma noktası
olacağını kendime hatırlatıyorum.
Yarış (8-16 Saat)
8. saatte makarna olacağı söylenmişti. Saatlerdir aynı
şeyleri yemekten sıkıldığım için artık dört gözle bekliyorum. Gerçekten de
20:00’de makarna çıkıyor ama önünde çok kuyruk olduğu için 3-4 tur daha atıp
kuyruğun erimesini bekliyorum. Yarıştaki sorunlarımdan biri bu olacak. Sabit
istasyonda sadece iki gönüllü var ve bunlar 150 kişilik 24 saat grubu için ağır
kalıyorlar. Belli dönemlerde çok yığılma oluyor ve durunca sadece zaman değil
ritim de kaybediliyor. Ama bu herkesi etkileyen bir sorun değil. Çünkü birçok
kişinin o kadar acelesi yok. 24 saat yarışı olduğunu düşününce aslında olması
gereken de belki bu. Acelesi olanların çoğunun da destek ekibi var, dolayısı ile bu istasyonu kullanmıyorlar.
15-20 dk daha döndükten sonra sıra bitiyor ve bir tabak makarna alıp
yürürken hızlıca mideye indiriyorum. Makarnanın bütün gece olacağını sanmıştım ama
meğerse sadece bir saat olacakmış. Bundan sonra yarış sonuna kadar sıcak yemek olmayacak
haberi geliyor.
Gece olunca müzik kapanıyor. Acaba Barcelona
Belediyesi’ne şikayet mi geldi? Yoksa milletin kafası mı şişti? Hava giderek soğurken piste büyük bir sessizlik
çöküyor. Ara ara yiyecek istasyonunun yanındaki tuvaletleri kullanırken
durduğumda ürperip ufak titremeler yaşıyorum. Rüzgar hızlandı, karşımdan esen bölümde koşarken ürpertiyor ama arkama geçince sorun yok. Jüpiter ve
Satürn’de her bir mevsimin yıllar
sürdüğünü okuduğum aklıma geliyor, Venüs’te ise mevsimler çok daha kısa. Benim mevsimlerim 75
saniyede bir değişiyor.
Soğuk uykumu açtığı ve zinde tuttuğu için çok fazla giyinmek
istemiyorum. Ayrıca iyi bir ritim tutturmuşken çantama gidip kıyafet aramak ve üst baş
değiştirmek zor geliyor. Yanımda iki
rüzgarlık getirmiştim, birisi üstümde. Diğerini bunun üzerine giyersem hiç
durmadan devam edebilirim diye düşünüyorum. Fazla mı olur az mı gelir
kestiremiyorum ama birkaç tur denemeye değer, kaybedecek bir şey yok. Tur
sonunda çantamın yanından geçerken ikinci rüzgarlığı üstüme giyip durmadan
devam ediyorum.
100K’yı 9:24 gibi geçerken hızlıca bir sistem analizi
yapıyorum. Hedef tempodayım, bacaklar iyi, midede sorun yok. Üst üste ikinci
rüzgarlık denemesi de başarılı oldu. Öte yandan saat daha 21:30 bile değil.
Önümdeki uzun gecenin daha başındayım.
6. kulvar, bugunkü evim. |
Pistin etrafındaki yüksek apartmanların ışıklarına bakarken
içindeki insanları düşünüyorum. Herkes sıcak evinde koltuğuna uzanmış olmalı. Aklıma 2011’de yine İspanya’da 100 mil yarışını birlikte koşarken
İrlanda’lı arkadaşım Aidan’ın espriyle söylediği söz geliyor: “Şu anda arkadaşlarım
Dublin’de publarda eğlenirken biz bu saçmalığı yapmak için üstüne para verdik!”. Evet, bir tarafta Cumartesi gecesi bu saatlerde La Rambla’da tapas yiyip
biralarını yudumlayanlar, bir tarafta gece boyunca soğuk pistte dönmek için
dünyanın dört bir yanından buraya gelenler. İlginç bir kontrast. Yüzüme büyük bir gülümseme geliyor.
Saatler ilerledikçe beslenme saatimi hatırlamak ve ne
yiyeceğimi düşünmek giderek zorlaşıyor. Makarnayı öğütmek için uzunca bir süre ara vermek yarış başındaki beslenme rutinimi bozuyor. 20 dk
önce kruvasan mı yemiştim, kola mı içmiştim? O önceki saat miydi yoksa bu saat mi? Her şey
birbirine girmeye başlıyor.
Bir süre sonra kruvasanlarım bitiyor. Marketten ikinci bir torba
daha aldığımı hatırlıyorum ama masada ve çantada bulamıyorum. Acaba otelde mi
unuttum yoksa hiç mi almadım? Ekmek var ama soğukta taş gibi olmuş, koşarken çiğnemek
mümkün değil. Sonunda patates cipsimi bulup bir süre onu denemeye karar veriyorum.
Bacaklarım gayet iyi, yarışın kaderini midemin çizeceğini hissedebiliyorum. Yarış öncesi brifingte 11. saatte çorba çıkacağı, sonra her
saat kahve ile değişmeli olarak devam edeceği söylenmişti. Yani 12. saatte kahve,
13’te çorba, 14’te tekrar kahve şeklinde. Aynı saat içinde hem çorba hem kahve
olmayacak.
İrlandalı arkadaşlarla ortak masamız. Böyle gözüktüğüne bakmayın, herkes kendi yiyeceğini biliyor! |
Sonunda çorba geliyor gelmesine ama shot bardağı gibi 100 ml’lik pet
bardaklarda servis ediyorlar. Bizim gibi bol kepçe lokantasına alışık adamlara ters işler. Önünde
yine uzun sıra var. Tur geçişlerinde az sıra olduğu anı kollayıp üç bardak
isteyince görevliler şaşırıyor. Ben de bardağın boyutunu gösterip onların şaşırmasına şaşırıyorum. Onları da tam doldurmadıkları için üç bardağın toplamı ancak 250 ml’lik bir pet bardak kadar
ediyor.
Bazı yarışlarda orta noktayı geçmek iyi bir motivasyondur
ama burada 12 saat bitince bunu hissetmiyorum. Ne kadar döndüğümü düşününce bir
bu kadar daha dönecek olmak kulağa pek hoş gelmiyor. Konuyu değiştirip 100 mil hedefime
odaklanıyorum. Sonraki 2-3 saat psikolojik olarak oldukça zor geçiyor ama daha zoruna kendimi hazırlamıştım.
En büyük problem zamanın iyice ağırlaşması. Saate son baktığımdan beri en az 20
dk geçmiş olduğuna yemin edebilirim ama baktığımda sadece 5-6 dk geçmiş olduğunu görüyorum.
100 mili hedefimden bir saat önce,15:49’da geçiyorum.
Yeniden bir analiz zamanı. Hedef temponun gayet önündeyim, bacaklar ağırlaşmaya başladı ama
henüz alarm sinyali veren bir nokta yok. Zihinsel olarak motivasyonum yüksek ve devam ediyor. Bunlar iyi taraflar. Midem biraz bıçak sırtında gidiyor. Saat
başlarında yediğim jeller artık midemi bulandırıyor, koşarken katı bir şey
yemek giderek zorlaşıyor ve kola içmeye daha fazla ağırlık veriyorum. Dağıtılan sular
dışarıda durduğu için buz gibi. Midemi rahatsız etmemek için uzun süre ağzımda
tutup ısıtmaya çalışıyorum.
Yarış (16-24 Saat)
80. km’den sonra ilk kez monitöre gidip kaçıncı olduğuma
bakıyorum. Numaramın yanında 3 yazıyor. Gerçekten 12. likten 3.’lüğe
yükselmiş olabilir miyim? Son 4-5 saati gözümün önüne getirince neredeyse
kimsenin beni geçmediğini, iyi tempoyla gittiğimi hatırlıyorum ve taşlar yerine oturuyor. Yarış başında
tamamen kilometre odaklı hedefler belirlediğim için bu durum birkaç tur
konsantrasyonumu bozuyor ve kafamı karıştırıyor.
Bir örnek vermek gerek... Diyelim
hedefiniz maratonu 3 saat altında koşmak. 25. Km’ye geldiğinizde seyirciler 2. gittiğinizi,
birincinin de az ileride olduğunu söylüyor. Hızlanıp önünüzdekini geçiyor ve birinci bitiriyorsunuz ama temponuzu bozduğunuz için sonlarda yavaşlamak
zorunda kalıp 3:02 ile tamamlıyorsunuz. Diğer senaryoda, stratejinize sadık
kalıp 2:59’da koşuyorsunuz ama 3. oluyorsunuz. Hangisinde daha başarılısınız?
Hedefi yarış kazanmak olan bir elit atlet için ilk senaryo başarılı olabilir
ama normal bir koşucu için yarış öncesi hedefine ulaştığından dolayı bence ikinci senaryo.
Bu yarışı 210 km ile bitirip birinci bile olsam yarış
öncesi koyduğum hedeflerimi gerçekleştirmiş olmayacağım. Sıralamayı unutup bir sonraki hedef olan 200 km noktasına odaklanıyorum. Bu aşamaya kadar bir daha monitöre bakmamak için kendime söz veriyorum.
Hani size ilk 80’den sonraki ikinci 80’in en kritik bölüm
olacağını söylemiştim ya... Yalan söyledim. Yarışta kendime söylediğim gibi. İkinci 80'i iyi koşmak bana iyi bir avantaj verdi ama 216K’yı gerçekten garanti altına almak istiyorsam
200 km'ye kadar kırılmadan gelmem gerekli. Daha yarış çok uzun. Sakatlıktan tutun mide
ve bağırsak problemlerine kadar her şey ortaya çıkabilir.
Önümdeki 40 km'yi 4
- 4.5 saat civarında geçersem 200K’yı 20 saat ile 20:30 arasında bir yerlerde geçmiş olacağım
ki, geri kalan süre 16 km’yi yürüyerek bitirmek için rahat bir zaman. Tam kafamda bu hesapları yaparken kahve almak için girdiğim
istasyonda günün sürprizi geliyor:
-Bir kahve lütfen
-Kahvemiz yok.
-Saat başında mı olacak? Bu saatte olması gerekiyordu?
-Saat başında da olmayacak.
-Ne zaman olacak?
-Hiçbir zaman. Makine bozuldu!
-???
Yarış öncesinde kafamızda olabilecek her türlü senaryoyu
oynatmaya çalışırız. Ama makinenin bozulup kahve olmayacağı hiç aklıma gelmemişti. Markette hazır soğuk kahveler görmüş ama nasıl olsa yarışta olacak diye almamıştım. Artık “keşke”lerin zamanı değil. Bundan sonra ne yapabileceğimi düşünmeye
başlıyorum. Saat sabaha karşı 4 suları ve gerçekten gözlerim kapanmaya başladı. Jellerin içinde
biraz kafein var ama artık jel görmek istemiyorum. Tek alternatif midemi kontrol altında tutarak bol miktarda kola içmek.
Havanın aydınlanmasına üç saatten fazla var ve bu üç saat gözüme hiç de kısa gözükmüyor. Bu bölümü
atlatırsam güneşin doğması ile bir süre daha idare ederim. Pistin dört köşesinde 30-40 metre yukarıda aydınlatmayı sağlayan spot ışıklar var.
Koşarken kafamı kaldırıp şiddetli ışığa bakıp uykumu açmayı deniyorum. Ara ara suratıma buz
gibi su çarpıyorum. Bir ara dönüş yönü değişiyor ve nedense yine sinirim bozuluyor. Ara ara dalıp gidiyorum, ne
tarafa döndüğümü kaçıncı kilometrede olduğumu unutuyorum. Zaman kavramını
yitirmeye başladığım için beslenme rutini tamamen sona erdi. Dur kalk yapmak giderek zorlaştığı için istasyona uğramak zor geliyor. Bir şeyler yemezsem gidemeyeceğimi biliyorum ama en kolay işler zorlaşmaya başlıyor. Ara ara kola içmeye çalışırken kendi masamdan da biraz cips yediğimi hatırlıyorum. Tur
sonlarında çip halısından geçerken çıkan “bip bip biiip” sesleri de artık sinirimi bozuyor.
Aklıma garip sorular takılıyor. Bu çip halısı yerden 2 cm kadar yükseklikte değil mi? Üstünden 500 defa geçtiğimde kaç metre yükseklik kazanımı elde etmiş olurum? Bu basit matematiğin cevabı ile bir süre uğraştıktan sonra 10 metre cevabını buluyorum. Aferin bana.
Artık pistte yürüyenlerin sayısı çok artmış halde.
Birbiriyle konuşan kalmamış, herkes kendi dünyasında, kim bilir kafalarda neler var. Gecenin o saatinde pistin kenarındaki küçük
tribünde yarışı izleyen tek tük insanlar var. Herhalde yukarıdan halimiz bir Walking Dead bölümü gibi gözüküyor olmalı.
Sonunda hiç bitmeyecek gibi gözüken gece bitiyor ve saat 7:30 gibi hava aydınlanmaya başlıyor. 200 km’yi 20
saatte geçiyorum. Gerçekten uzun bir geceydi ama ufak bir kutlamayı hak ettim. Eşek değilsen 4 saatte 16 km’yi yürürsün herhalde! Havanın aydınlanması
beklediğim gibi yeni bir enerji veriyor. 200 km'yi geçmek de tünelin sonundaki ışığı iyiden iyiye görmek demek. Artık vücudum hissizleşti, her şey otomatik pilota bağlandı, dönüyorum, dönüyorum sadece dönüyorum. Bu yeni motivasyonla bir saat daha oldukça iyi koşuyorum.
İlk önce
212.578’i, hemen ardından da 216 km’yi geçiyorum. Başka hedef kalmadığını bilen
beynim artık bırakmamı söylüyor. Erkeklerde 3.yüm ve en yakınımdaki 8 km geride.
Biraz yürüdüğüm sürece kalan sürede farkın kapanması mümkün değil. Kendime önce 220, sonra 225 km
hedefi koyup son bölümü yürüyerek yarışı tamamlıyorum. Açıkçası yarış öncesi senaryolarında son 3
saatin çok stresli ve zor geçeceğini düşünmüştüm ama ilk 21 saat beklediğimden iyi koşunca son bölümün zevkli olduğunu bile söyleyebilirim. Evet zaman
çok yavaş ilerliyor ama üzerimde kilometre baskısı yok. Tribünler doluyor ve tam bir karnaval havası yaşanıyor.
Yarışın bitmesine 10 dk kaladan itibaren ellerinde numara yazan kartlar olan hakemler piste çıkıyor. Örneğin bir tanesi elinde “50-75” tabelasını tutuyor. Bunun anlamı, göğüs numarası 50 ve 75 arasında olanlar bana gelsin, demek. Benim göğüs numaram 60 olduğu için kendisine işaret ediyorum ve yanından geçerken bana üzerinde “60” yazan kartı veriyor. Bu kartı son dakikalarda elimde tutarak koşuyorum. Tam 24 saat dolduğu anda siren çalıyor ve herkes olduğu yerde üzerinde göğüs numarası yazan bu kartı kulvar çizgisinin üzerine bırakıyor. Böylece yarım kalan turlar da ölçülecek.
Hemen hakemler ellerinde ölçüm tekerlekleri ile piste girip herkesin yarım kalan turunu metresine kadar ölçüp tur sayısı üzerine ekliyorlar. 24 saat sonunda 225,897 kilometre ile erkeklerde 3., genelde 4. olarak yarışı tamamlıyorum. Bu adresteki sonuç listesinde görebileceğiniz gibi 437.7
metrelik 6. kulvarda 516 tur atmışım (516 x 437.7 =225.853 km). Yarım kalan turda
koştuğum 44 metre de üzerine eklenince, toplam mesafem 225.897 km olarak ortaya çıkıyor.
Yarıştan hemen 45 dk sonra yine pistte yapılan ödül törenine katıldıktan sonra otelin yolunu tutuyorum.
24 Saat Erkekler Kürsüsü. Foto: Darren Sheridan |
Yarış sonunda İrlanda grubundan Tom ve Anne ile birlikte. |
Üçüncülük Ödülü |
Suunto Ambit 3 Peak. 12 saat civarında koşarken biraz şarj ettim, sonra unutunca bu kadar dayanıp kapandı. |
Yarış Sonrası - Değerlendirme
-Organizasyon genel olarak gayet başarılı. 14 senedir yapıldığı için işler oturmuş, yarışlar birbirine hiç karışmıyor, ölçüm ve yönlendirmeler sorunsuz. Bu açılardan beklentileri karşılıyor. Olumsuz olarak, destek ekibiniz yoksa yeme içme istasyonu zayıf ve yavaş işliyor, kahve makinesinin bozulmasına bu yıla özgü bir şanssızlık desek bile 15. saatten yarış sonuna kadar buna bir çözüm geliştirememeleri önemli bir eksiklik. (Böyle bir şeyin Türkiye'de bir yarışta olduğunu düşünün, büyük olay olurdu. Ama büyük yarışlarda bile bazı şeyler engellenemiyor, ultralarda hiçbir şeyin garantisi yok, her şeye hazırlıklı olmak gerek).
-Yarış başlarında yürürken dış kulvara geçme kuralına genelde
uyuluyordu. Özellikle 12. saatten sonra birçok kişi en iç kulvardan yürümeye başladı. Buna zamanla alışıyorsunuz ama en sinir bozucu olan yan yana iki arkadaşın yürürken en iç kulvarı kapatması. Neyse ki
bu tiplerden az var.
-Kendi performansımdan büyük oranda memnunum. Kendime mantıklı hedefler koyduğumu düşünüyorum ve bunları gerçekleştirmeyi başardım. Hızlı başlama yanlışına düşmedim ve tempomu uzun saatler devam ettirebildim. Hatalarım oldu ama bir yandan da bazı şeyleri yaşayarak öğrenmem gerekiyordu. Genel olarak ilk 21 saat stratejimi iyi uygulayıp, karşılaştığım problemlere iyi tepki verdiğimi söyleyebilirim. En büyük eksiğim yarış öncesi 216'dan sonrası için kendime bir hedef belirlememiş olmaktı. 216'yı bulunca hedefler tükendi ve beynim şalteri indirmek istedi. Devam etmek için kendime bir sebep bulmaya çalışırken çok zaman kaybettim, yürümeye başlayınca bir daha doğru düzgün koşmaya başlayamadım ve yarış başındaki motivasyonumu yakalayamadım.
-Kendinize iddialı bir hedef koyarsanız bu gerçekten zor bir yarış ama hedefe ulaşırsanız tatmin duygusu büyük. 3-4 saat koştuktan sonra yarışın aslında ne kadar uzun olduğunu tam olarak anlıyorsunuz. Hava sıcaklıklarında nasıl ölçülen ve hissedilen sıcaklık varsa, burada da aynı yerde dönmenin etkisi ile hissedilen uzunluk 30 saat ve üzeri gibi. Ortada büyük bir zihinsel savaş ve meydan okuma var. "Sadede gel, bir daha 24 saat yarışına katılır mısın?" diye sorarsanız cevabım evet olur. Aldığım tecrübeler ile daha iyisini yapabileceğimi düşünüyorum. Tabii düşünmek farklı, yapmak farklı. Bunun ne oranda gerçekleşeceğini ileride göreceğiz.
-Son olarak, böyle bir yarışı deneyeceklere önerim, eğer yeterli altyapınız yoksa önce daha kısalardan başlamaları. Her biri neredeyse birbirinin aynı olan on binlerce hatta yüz binlerce adım atacağınızı düşündüğünüzde sakatlık riski gerçekten büyük oranda artıyor. Kendinizden emin değilseniz bu riski almayın. Birçok yarışın 6 ve 12 saat versiyonları da var, önce bunlara katılıp kendinizi kademeli olarak hazırlayabilirsiniz. Kendiniz için de koşsanız, rekor denemesi de yapsanız yine tavsiyem IAU tarafından tanınan ve resmi ölçümü yapılan yarışları seçmeniz. Hem sonucunuzun bir geçerliliği olur hem de bu tip yarışlarda organizasyon daha kaliteli olacağı için başınız daha az ağrır.
Túm sonuçlar için tıklayın.
Strava kaydı için tıklayın.
Túm sonuçlar için tıklayın.
Strava kaydı için tıklayın.
Aykut Celikbas
YanıtlaSil24 saat pist yarışındaki başarını; bilimsel akıl işletmeyle, dürüst tutumla, içten duygularla, doğru düşüncelerle ve temiz Türkçe yazıyla koşu dünyasına sunmak duyarlılığın ayrı takdir konusudur. Yalnız yarış esnasında asitli içecek içmenin yarardan çok zararlı olduğu kanısındayım.
Öğretici, yaşamöykülü, romansı ve önceki ayraçta belirttiğim biçemle yazdığın Ultra Kitap eseri de alıp okudum.
Ultramaraton yarışçısı olmak isteyenlerin, hatta olanların, yazılarını, kitabını okumakla; disiplinli, kararlı, sürekli, moralli antrenmanlarla amacına ulaşmada yararlanabilirler. Kitabındaki 50 K, 100 K ve 100 Mil ilintili aylarca sürecek antrenman programları ile farklı konularda bahsettiğin ayrıntılar yol işaretleri işlevli.
Hangi eylem, etkinlik yapılırsa yapılsın kişinin başkalarını "ekmekten" değil kendini aşmaktan daha önemlisinin olmadığı bakış açın sana başarılar getirmenin asıl etkeni olduğu kanısındayım.
Toplumumuzda ne yazık ki kıskanç kişiler az değil. Profilindeki binlerce üyeye rağmen birkaç yüz beğenme ve yorum, bu olumsuzluktan 24 saat başarında payına düşendir!
Şu var ki bu konu veya sorun işin sırrına ermiş kişiler için gizli keyif almak nedenidir.
Başarılarının sürekliliğini ve onları yazman isteğimle, kendine yararlı olmaktan daha önemlisinin başkalarına yararlı olmayı önemsemiş olmana saygımı ve beğenimi sunarım.
Erkan Saraç
Hem uzun koşu hem de uzun -emek harcanmış- rapora hakkını vermekten uzak bir kısalıkta olduğunun farkındayım ama; Çok güzel.
YanıtlaSilBaşarılarına bir yenisini eklemişsin.Gurur verici Uluslararası bir başarı.Hikayenin tümünü okudum.Duygularını çok güzel yansıtmiş ve paylaşmışsın.Başarılarının yürekten devamını diliyorum Sevgili Aykut.Keyifle okudum.TEBRİKLER.
YanıtlaSilTebrikler Aykut, başarılarının devamını diliyorum.Yazı , bana sanki o anları yaşamışım gibi hissettirdi.Eline, emeğine , yüreğine sağlık.
YanıtlaSilSevgili Aykut, öncelikle seni ayakta alkislar ve tebrik ederim , detayli paylasimin ayni zamanda baskalarina yol gistermesi acisindan onemli .
YanıtlaSilDiger taraftan olasi kötü veya tahmin edilmiyen bazi öngörüleride acikliyarak kosmak istiyen diger kisilere de yol gösteriyorsun ,
Bildigimiz senin gibi degerli arkadaslarin emek vererek yaptiklari buna benzer her yeni deneyim ayni zamanda gelecek icin bizdede örnek ve denemeleri yapmak icin iyi bir deneyim olmakta , tüm cabalarin icin tekrar tesekkürler , Kutlarim ����
Kitabınızdan ve diğer yazılarınızdan çok şeyler öğrendim.İyi ki varsınız koşuyor ve yazıyorsunuz.Sonsuz teşekürler ve başarılar..
YanıtlaSilMükemmeldi Bayildim 👏👊🏃🦶😄🤗
YanıtlaSil