2012'teki 126 km'lik ilk yarıştan başlayarak öncesi, sonrası ve içinde yaşananlar ile her yarışın ayrı bir hikayesi vardı. Acaba bu sene neler yaşanacaktı? Bunun bilmek mümkün değildi çünkü ultramaratonların özelliği önceden tahmin edilmesi zor faktörler barındırması. Cevapları öğrenmek için 298 kilometrekarelik alana yayılan bu gölün etrafında bir kez daha dönmekten başka yol yoktu.
Fotoğraf: Salomon International Team Photographer Jordi Saragossa |
Malzeme kontrolü, otele yerleşme, öğle yemeği, teknik toplantı, akşam yemeği derken saat 11:30 gibi Aytuğ'la beraber başlangıç noktasına gelmiştik bile. Start fotoğrafları genelde birbirine çok benzer ama bu sene aşağıdaki fotoğraf çok hoşuma gitti çünkü bir kareyle çok şeyi özetliyor. Heyecan, endişe ve belki de hepsinden önemlisi koşucuların önündeki mesafenin getireceği bilinmezlik ifadelere yansımış.
Fotoğraf: Cem Gaygusuz Faruk ve Elena ile Salomon Türkiye takımı. Foto: Jordi Saragossa |
Saatin gece yarısını göstermesi ile geri sayımın ardından yarış başladı. Herkes gibi ben de uzun süre devam ettirebileceğimi düşündüğüm bir tempo belirleyerek saat yönünün tersinde gölü dönmek için koşmaya başladım. Bir süre sonra Faruk'la beraber önde yanlız kalmıştık. 2 kilometre kadar sonra şehirden çıktıktan sonra önümüzdeki motorlu polis eskortu patikanın girişinde durdu ve "benden bu kadar, gerisi size kalmış" dercesine bir işaret yaptı. Teşekkür edip patikaya girdik. Doğrusu şanslıydık çünkü geçen sene olduğu gibi bu yıl da gece koşmak için çok ideal hava şartları vardı.
Yaklaşık 10. km'deki Dikilitaş istasyonu sohbet eşliğinde çabuk geldi. Kısa bir su takviyesi ile devam ettik. 25. km'deki Boyalıca'ya kadar düz yolda ilerledikten sonra ilk tırmanışa başlayacaktık. Havanın güzel olmasıyla traktörlerin zemini çok bozduğu birkaç bölüm dışında yerler kuruydu. Yine de az miktardaki balçık bölümlerden birinde bileğe kadar çamura dalmayı becerdim. İki ayakkabının içinin de henüz ilk 20 km'de çamur dolması hoşuma gitmedi ama olan olmuştu. Bu sorunla sonra ilgilenmek için rafa kaldırdım.
Boyalıca'dan çıktıktan sonra ilk dik yokuşu tırmanarak ısındık. Faruk tırmanışlarda tempoyu belirlerken, inişlerde ise öne ben geçiyordum. 35. km'deki Ilıca istasyonuna gelirken yokuş aşağı koşuyorduk ki sohbeti biraz abartınca bir anda işaretleri göremez olduğumuzu fark ettim. Neyse ki çabuk uyandık ve 250 metre kadar geriye tırmanınca yokuş aşağı koşarken sağa dönmemiz gereken yeri bulduk. Yarış başından beri olduğu gibi bu bölümdeki işaretleme de çok iyiydi.
Ilıca istasyonunda, geçen yıl Kapadokya Ultra Trail'de aynı istasyonlarda gönüllü olarak görev yaptığımız Gökçe'yi görmek sürpriz oldu. Buradan sonra yaklaşık 20 km boyunca yiyecek içecek olmayacağı için biraz çorba ile mideyi toparladık ve sularımızı doldurduk. Parkurun bundan sonrası Örnekköy'e (57 km) kadar koşulabilecek düz yollardan oluşuyor. Fakat yorgunluğun etkisini göstermeye başlaması ve uzun gecenin psikolojik zorluğu eklenince gün doğana kadar bu son birkaç saat zor geçebiliyor. Üstelik bir yol çalışması sebebiyle bu yıl bu bölüm 1.5-2 km kadar daha uzamıştı. Burada yapılması gereken fazla ileriyi düşünmeden Örnekköy'e ulaşmaya odaklanmaktı ve biz de onu yaptık.
Örnekköy'de gecenin karanlığından tanıdık yüzler çıktı: Mert, Başak, Serdar ve Özcan. Mert'e yarıştan önce "İstasyona gelenleri görünce iyi ki koşmuyorum diye düşüneceksin" demiştim. Yarıştan sonra, "Sizi görünce ben de koşmak istedim" dedi. Tabii ki inanmadım! Gün içinde ısınacak havayı düşünerek uzun kolluyu çıkarıp kısaya geçtikten sonra iki tas çorba ile iyi bir beslenme yaptık. Ev sahipleri ile sohbet güzeldi ama yolumuz uzun olduğu için Faruk'la izin istedik. Ayrılmadan önce Mert ve Başak'a, "Biraz sonra arkadan Aytuğ gelir, ona iyi bakın" diye tembihledikten sonra yola koyulduk.
Örnekköy'de yazlık kıyafetlere geçerken. Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman |
Saat 5:30 civarıydı. İstasyonda oturduğum ve kısa kolluya geçtiğim için üşümeye başladığımı hissettim. Bu da tekrar koşmaya başlamak için motivasyon oldu. 10 -15 dk koştuktan sonra hava ağarmaya başladı ve harika bir manzara eşliğinde yaklaşık 15 km boyunca ağırlıklı olarak göl kenarından devam ettik. Saatler sabah 7'yi vururken 73. km'deki Solöz'e ulaşmıştık. Bu istasyonda Gülseren Yıldız'ın elinden biraz kola içerken Aykut Üstündağ anı fotoğrafladı.
Kaç kez yaparsanız yapın Solöz'den sonraki tırmanış kolay bitmiyor. Özellikle de bacaklarda 70 km varken. Kısa aralıklarla ben öne geçsem de yarışın başından beri hemen tüm tırmanışlarda olduğu gibi burada da tempoyu Faruk verdi. Saat henüz 8-8:30 civarıydı ama güneşe çıktığımız bölümlerde havanın gün içinde çok ısınacağı belli oluyordu. Sonunda yokuş bitti, yol düzleşti ve iniş başladı. Burada kendimi iyi hissedince tempoyu yükselttim ve 9:08'de 90. km'deki Narlıca'ya giriş yaptık.
Solöz'de Gülseren Yıldız ile. Fotoğraf: Aykut Üstündağ |
Burada Noyan, Nükhet, Çağın, Korhan, Can ve Kutlu'dan oluşan iyi tanıdığım güzel insanlardan kurulu İzmir'li Mavi Karga grubu vardı. Ayrıca kendisi ile tanışamasam da beş yıldır bu istasyonda gönüllü olduğunu öğrendiğim Mustafa Büyükkaya. Ne var ki, bu istasyona girer girmez ilginç olaylar başladı. Önce kolluklarımı çıkardım ve sırtımdaki çantaya koymasını rica etmek için Korhan'a uzattım. Eline alır almaz, "Yıkayayım mı?" dedi. "Çantaya koyman yeterli olur." derken gülmeye başladım. Birçok yerde yarış koştum ama ilk defa böyle bir teklifle karşılaştım. Ardından Faruk'la oturduğumuz yere güneş geliyor diye ellerinde bir branda tutarak bizim için gölge yaptılar. Hani devlet başkanları yağmurda konuşma yaparken kendisi sırılsıklam ıslanan biri konuşma boyunca ona şemsiye tutar ya... İşte o şekilde. Anlayacağınız garip bir hizmet anlayışları vardı.
Buraya kadar her şey iyiydi ama İzmir'den yanlarında getirdikleri boyözle birlikte irmik helvası teklif etmeleri bardağı taşıran damla oldu. Burada biraz daha oturursak elimize şampanya tutuşturup jakuziye sokacaklarından endişe edince hemen Faruk'u dürtükleyip hareketlendirdim!
Jordi Saragossa |
İstasyondan ayrılırken 50 km yarışında koşacakları İznik'ten getiren otobüs yaklaştı. Biz onlara, onlar bize şans diledikten sonra son 50 kilometremize başladık. İstasyondan 500 metre sonra asfalttan sağa döndükten sonra bir ayrıma geldik. Tam da bu noktada esrarengiz bir olayla karşılaştık. Daha sonradan doğru yolun ok yönünde olduğunu öğrenecek olsak da biz geldiğimizde işaretleme aşağıdaki gibiydi. Doğal olarak üç tane işaretin olduğu yolu seçtik ama Faruk'a yuvarlak içine aldığım işareti göstererek "Burada yanlış bir işaretleme yapmışlar, bunun dönüşten sonra olmaması gerekirdi" dedim ve içime kurt düştü.
Ok yönündeki yolu seçtiğinizde yokuşu tırmanıp tepedeki Türk bayrağına ulaşıyor ve sol taraftan teknik patikaya giriyordunuz. |
Girdiğimiz yolu takip ederek bir süre gidince başka bir ayrıma geldik ama bu sefer iki tarafta da işaret yoktu. Bir süre çevreyi araştırdıktan sonra tekrar ilk ayrıma döndük. Ben işaretsiz olan diğer yoldaki dik yokuşu tırmanırken birisinin işaretleri sabote etmiş olabileceğini düşünmeye başladım. Nitekim 300 metre daha yukarı çıktıktan sonra işaretler ortaya çıktı. Birisi o bölümdeki işaretleri söküp diğer yola takarak (ve işin ilginci bunu işaretleme sistemi dahilinde yaparak) sabote etmişti. Hemen Caner'i arayıp durumu bildirdik ve o da gelip işaretlemeyi düzeltti. Böylece özellikle 50K yarışının daha 1. kilometresinde yaşanabilecek büyük bir kaos önlenmiş oldu. O bölümü kimin ne amaçla sabote ettiği konusu sırrını koruyor. Oradan geçen ilk koşucular biz olduğumuz için benim tahminim 5 yılda patika işaretleme sistemini az çok çözen yerel halktan biri veya zeki ve muzip çocuklar olabilir.
Sonunda doğru yolu bulup sorunu çözdükten sonra bu yıl yeni eklenen patikaya daldık. Söylentiye göre önceki yıllarda Narlıca - Müşküle arasındaki asfalt bölümden şikayet edildiği için burası eklenmiş. Kayıtlara geçsin diye söylüyorum, ben asfalt bölümünden hiç şikayet etmedim, gayet de memnundum! Şaka bir yana burası hızlı ilerlenecek bir bölüm değildi ve işin doğrusu biz de ağırdan aldık. Düşe kalka ilerlerken bulduğumuz her su kaynağında durup ıslandık. Hatta müthiş manzaralı birkaç yerde neden fotoğrafçı yok diye düşünüp gelecek sene oralarda kamp kurup gelenlerin fotoğraflarını çekme planları yaptık.
Narlıca'dan hemen sonra. 10 metre sonra sol taraftan patikaya dalacağız. Foto: Organizasyon Müşküle'de soluklanırken Müşküle'den çıkış Jordi Saragossa |
Tüm bunların sonunda yaklaşık 10 km'lik bölümü bitirip Nur Çubuk ve Irmak Bakay'ın olduğu Müşküle istasyonuna gelmemiz 2 saatten fazla almış. Bu istasyonda bolca su içip pozitif enerji depoladık. Zorlu bir bölümün sonunda olduğu için burası kritik bir istasyondu ve arkadan geleceklerin bitkin hatta sinirli olabilecekleri yönünde ufak bir uyarıda bulunduktan yola devam ettik.
Süleymaniye (110K) istasyonuna giden parkurun en yokuşlu bölümlerinde hava artık iyice ısınmış ve kısa bölümler dışında koşulabilecek yerler azalmıştı. Kafamızı eğip adım adım ilerlemek dışında yapacak bir şey yoktu. Bu tırmanışlardan birinde bir köylü kadının verdiği üç tane erik nefis geldi ama tam da bu bölümlerde Faruk'un mide sorunları artmaya başlamıştı.
Süleymaniye istasyonunda ODTU gönüllülerine Örnekköy'den gelip destek veren Mert'lerin ekibi de eklenmişti. Nedense bu istasyonda çorba var diye aklımda kalmış. Son kilometrelerde bunu düşünerek gelmiştim ama meğer çorba Derbent'te imiş. Burada bir yalak vardı, Faruk ayakkabıları çıkarıp bacaklarını soktu. İlk kilometrelerden beri çamurla dolan ayakkabılar ile koştuğum için benim ayak tabanlarım zaten kötüydü. Ayakkabıları çıkarmaya gerek görmeden içine daldım.
Süleymaniye (110K) - Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman |
Süleymaniye. Fotoğraf: Başak Gürbüz Derman |
Süleymaniye'de iken 50K yarışının lider grubu gelmişti. İstasyondan çıktıktan sonra birkaç 50K koşucusu daha geçtikten sonra arkadan gelenlerin temposu bize uygun gelince onlarla bir süre beraber koştuk. 2013, 2014 ve 2015'te parkurların çok büyük bölümünü yalnız başına koşmak zorunda kalmıştım. Bu sene diğer parkurların başlangıç saatinin geriye alınması sayesinde diğer parkurları koşanlarla birlikte koşabilmek benim için en güzel değişikliklerden biri oldu.
Geçen yıllarda Derbent'e 4-5 km'lik uzun ve hızlı bir asfalt inişinden ulaşırken bu yıl yapılan yeni değişiklik ile yine hızı çok düşüren teknik bir patikaya daldık. Kısaca söylemek gerekirse 120 km'nin üzerine burası hem fiziksel hem de zihinsel yönden oldukça yıpratıcı oldu. Eski parkurdan şikayet edenler arasında olmadığımı söylemiş miydim? :)
Sonunda bir şekilde burası da bitti ve Derbent'e geldik. Tohum Otizm Vakfı üyelerinin işlettiği istasyonda ben çorba içerek midemi toparladım ama Faruk'un uzun süredir bir şey kabul etmeyen midesi iyiden iyiye kötüleşti. Nitekim istasyondan ayrılıp 1 km kadar koştuktan sonra üst üste kusarak içindeki her şeyi çıkardı. Bu geçici bir rahatlık sağladı ama bir şey yiyemediği için boş mide ile gitmek son kilometreleri koşmasını olması gerekenden daha fazla zorlaştırdı. Sonunda finişe yaklaşık 5 km kaldığını müjdeleyen asfalta indiğimizde büyük bir efor harcamıştı. Beraber devam edip bitirmek için ikna etmeye çalışsam yüzünün bembeyaz olduğunu görebiliyordum. Bir süre yolun kenarında oturup uzanmak konusunda kararlıydı ve sonunda bunun doğru karar olduğu konusunda anlaştık. O esnada 50K yarışını koşan Caner de bizi yakalamıştı. O Faruk'a yardımcı olurken ben finişte görüşmek için vedalaşarak ayrıldım.
Doğrusunu isterseniz son kilometreler karmaşık duygularla geçti. İlk sırada bitirmek güzel ama 135 km ve 16.5 saat boyunca omuz omuza gittiğim birinden son birkaç kilometrede ayrılmak burukluk yaratmadı dersem yalan söylemiş olurum. İşin bir tarafından bakınca, evet bu bir yarış, kurallar ve fair play çerçevesinde mücadelenin sonuna kadar sürmesinden doğal bir şey olamaz. Çoğu zaman için bu görüş geçerli olsa da bu sporu bir süredir yapanlar kendine özgü istisnaları olduğunu bilirler. Bence bu, o istisnalardan biriydi ama bu kez şartlar izin vermedi.
Suunto Ambit 3 Peak ile kaydettiğim yarışın Strava kaydını burada görebilirsiniz.
Jordi Saragossa |
Jordi Saragossa |
Foto: Aksiyon Fotoğrafları |
İşin Her zaman dediğim gibi yarıştaki derece tek başına performansı göstermez. Bu yarışa parkuru 15 saatte bitirecek 10 kişi katılabilirdi ve ben de 11. olabilirdim. Bu yüzden en doğrusu insanın kendine karşı dürüst olup iç değerlendirmesini yapabilmesi. Yarışı değerlendirdiğimde başlangıç noktasından Narlıca'ya kadar ilk 90 km'yi hedeflediğim şekilde gittiğimi söylemem pek yanlış olmaz. Geri kalan 50 km'deki performansı ise vasat olarak nitelendirmek doğru olur. Sadece gerektiği kadar koştuk. Son 50'de daha hızlı gitmek için güçlü bir motivasyon olsa belli bölümlerde bir vites daha yükseltebileceğimi düşünsem de yarıştan sonra oturduğun yerden konuşmak dünyanın en kolay şeyidir. Dolayısı ile görmeden bilinmez. Ancak şu bir gerçek ki geçen sene yolu kaybedene kadar böyle bir motivasyonum vardı, bu sene önde olmanın etkisi ile vücut ve beyinden daha fazlasını istemek zordu.
Yarışın zorluğu... Zorluk göreceli bir kavram ama beşinci yılındaki bu yarışı bundan önceki versiyonları ile kıyasladığımızda parkurun her sene giderek zorlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yıla baktığımızda Narlıca - Müşküle ve Süleymaniye - Derbent etaplarındaki ciddi değişiklikler süreleri herkes için önemli oranda yavaşlattı. Burada bence en önemli etken beklenti ve algı dengesi. Bu parkur hiç değişmeden kalsın, gelecek sene bir kez daha katılanlardaki zorluk algısı bu yıldan daha az olur. Neyle karşılaşacağınızı bildiğinizde beyin kendini bunu hazırlar. Bu yıl zorluk algısı yüksek oldu çünkü parkur değişiklikleri ile beklenen zorluğun oldukça üstüne çıkıldı.
Bence bu değişikliklerin içeriği ve bitirme süresine yapacağı etki konusundaki bilgilendirme yarış öncesinde daha detaylı yapılabilirdi. Bunu söylerken daha deneyimli olanlardan ziyade ilk defa 50 veya 80K koşanların gözünden bakarak konuşuyorum. Örneğin geçen sene 46K parkurunu bitirmiş birisi bu yarışı ultraya yeni adım atan bir arkadaşına tavsiye ettiyse karşılaştığı yarış geçen senekinden oldukça farklı oldu. Erkeklerde her iki yılda da koşan ve 50K'yı ilk sıralarda bitirenler geçen seneye göre 90-100 dk yavaş giderken, kadınlarda bu süre iki saate yaklaşmış. Ortalarda ve arka sıralarda bitirenleri incelemedim ama onlar için bu yavaşlamanın daha da fazla olacağı aşikar. Dolayısı ile herkesle birlikte burada ilk ultralarını koşanları özellikle takdir ediyorum. Sonuç ne olursa olsun, sıcakla birleştiğinde parkur hiç de kolay değildi.
Yarış sonrası duyduğum bir eleştiri yarışın sonlarına doğru (özellikle Süleymaniye'de) mideyi tutmak için peynir, ekmek, çorba gibi yiyeceklerin olmaması idi. Organizasyon tarafından bakınca, üç değişik parkurun aynı istasyonlardan geçmesi çeşit planlamasını zorlaştırıyor olabilir. Ne de olsa 20. km'sini koşan biriyle 110. km'sini koşan biri aynı istasyondan geçiyor ama mideleri farklı şeyler isteyebiliyor. Yine de bu yoruma büyük ölçüde katılıyorum. Şöyle ki: Yeni parkurda Narlıca - Süleymaniye arası günün en sıcak saatinde 4-5 saat ve üzerinde sürüyor. Dolayısı ile Süleymaniye'de mideyi toparlayacak yiyecekler önem taşıyor. 130K parkuru için konuşursam dört noktada çorba vardı (Ilıca, Örnekköy, Narlıca, Derbent). Eğer sayı dört kalacaksa benim fikrim Derbent'teki çorbanın Süleymaniye'ye alınması ve peynir ekmekle desteklenmesi yönünde. Bunun dışındaki içerik biraz kişisel. Örneğin ben de birkaç yerde önceki senelerdeki cips ve fıstık gibi yiyecekleri aradım.
İşaretlemenin gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Her yarışta olabileceği gibi yol kaybeden kişiler olduğunu biliyorum. Biz de 35. km civarında bir ara uyuduk ama kendi hatamızdı. Yarışın geneline baktığımda, en azından bizim geçtiğimiz saatlerde, Faruk'la önemli bir işaretleme problemine rastlamadık. (Birisi özellikle sabote ettiği için Narlıca'daki olayı ayrı tutuyorum).
Öte yandan Süleymaniye - Derbent arasındaki patika yerine asfalttan gidenler olduğu iddiasını yarış sonrasında KoşuForum'da öğrendim. Konunun detayını iyi bilmemekle ve kimsenin bunu bilinçli yaptığına inanmak istememekle birlikte bu konudaki görüşüm de şöyle: Patika yarışlarında yanlış yola girmeye çok sık rastlanılır. Ben de defalarca yaptım. Bu durum yanlış giden kişiye zaman ve motivasyon kaybettirdiği için zaten en başta kendisini olumsuz etkiler. Öte yandan yapılan yanlış koşucuya avantaj sağlarsa o zaman durumun ayrı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir.
Yıllar önce Kerem'le Kurabiye Macera Yarışında benzer bir durum yaşamıştım. Kurallara göre takım olarak birbirimizden ayrılmamamız gerekirken, yarışın sonlarına doğru birimiz haritaya bakarken diğerinin bir ayrımda koşması sonucu birbirimizi kaybetmiştik. (Takım arkadaşını kaybeden hedefleri nasıl bulabilir diye düşünüyorsanız haklısınız!). Ormanın o bölümünde cep telefonu da çekmediği için birbirimizi bulmamız 45 dk sürmüştü. Bunu kasıtlı olarak yapmasak da kurallara aykırıydı ve ayrı geçen zamanda Kerem beni değil ama bir hedefi bulmuştu. Sonuçta zaman kaybına rağmen dereceye girecek gibi gözüküyorduk. Finişe doğru koşarken hemen organizasyonu aradık ve durumu haber vererek dereceye girersek iptal edilmesi gerektiğini söyledik.
Böyle durumlarda erken bildirim önemli yoksa istemeden de olsa başkasının hakkı yenebilir ve bu durumun telafisi sonradan mümkün olmayabilir. Örneğin olimpiyatlarda madalya alan birinin 3-4 yıl sonra geriye dönük testlerde doping yaptığının anlaşılması gibi. Onun madalyasını alıp dereceye giremeyene gönderebilirsiniz ama zamanında elinden alınan o mutluluğu ve gururu yaşama hakkını ne yaparsanız yapın tekrar veremezsiniz.
Bu yüzden bence bu konuda en önemli nokta ortak bilincin yerleşmesi. Örneğin parkura bilerek çöp atmanın birçok yarışta çok ağır yaptırımları vardır ama yüzlerce kilometre boyunca başınızda biri dolaşıp sizi kontrol edemez. Önemli olan etrafta kimse yokken herkesi bu kurala uymaya zorlayacak ortak bilince ulaşabilmektir. Aynı şey rota takibi için de geçerli. Organizasyon kritik noktalarda önlem almalı ama kilometrelerce arazide her an herkesin peşine adam takması düşünülemez. Herkes kendi sorumluluğunu almalı. Ben şahsen ilerleyen yıllarda yozlaşan bir kültür ile karşılaşmak istemediğim için bu tür konuları çok önemsiyorum ve biraz daha göz önünde bulunan kişiler olarak böyle bir durumda iki kat dikkat etmem gerektiğini biliyorum. Bu işe başlarken böyle öğrenmiş biri olarak, bunun devam etmesi için elimden geleni yapma konusunda da kendimi sorumlu hissediyorum. Öte yandan "Zaten 20. bitirdim, 30. olsam ne fark edecekti?" şeklinde bir savunmanın benim gözümde hiçbir geçerliliği olmadığını da söylemem gerek. Çünkü ortak bilincin yerleşmesini tam da bu tür bir düşünce tarzının yaygınlaşması engeller. Kimin kaçıncı olacağından çok, doğru olanı yapmaya odaklanırsak zaten bunları konuşmak zorunda kalmayız.
Son olarak, sanırım bu yarışta hemen herkesin birleşeceği nokta istasyon gönüllüleri oldu. Birçok istasyonda kendileri de bu tür yarışları koşmuş arkadaşların olması en tecrübelisinden yeni başlayanına kadar herkes için büyük şans oldu. Bu konuda daha önce çok yazdığım için aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum ama bunun yaygınlaşması organizasyonlardan çok bizlerin elinde. Sadece yardım ettikleri için değil, çok iyi bir örnek oluşturdukları için ayrıca teşekkürler.
Aytuğ da Çekmeköy ekibi ile birlikte sorunsuz şekilde bitirdi. Böylece 2013'ten başlayarak her yıl sırasıyla 10k, 42K, 80K ve 130K parkurlarını tamamlamış oldu. Fotoğraf: Aykut Üstündağ |
Ambit 3 Peak yarışı sorunsuz kaydetti. (Ilıca ve Narlıca çıkışında toplam tahmini 600-700 metre kadar bizim yanlış gittiğimiz yerler oldu). |
130K Genel: Harika bir ilk yarış koşan Mehmet ve Faruk'la birlikte. Fotoğraf: Berçem Kalender |
İznik 2012 - 2016 |
Sırada ne var? Bundan sonra büyük hedef Ağustos sonunda Salomon Türkiye takımı olarak katılmayı planladığımız UTMB-PTL. O zamana kadar Erciyes Ultra Sky Trail gibi bazı yarışlar ufukta gözüküyor ama tüm bunları hedefe hazırlık kategorisinde değerlendirmek istiyorum.
Öte yandan geçen ay benim için çok önemli bir haber alarak Spartathlon'a üçüncü kez davet edildim. Herkesin tutkuyla bağlandığı şeyler vardır ve bu da benim için en büyük onurlardan biri. Son iki yılda dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen koşucularla güçlü dostluklar edindim, hiçbir yarışta hissetmediğim duyguları yaşadım. Kısacası bu her yönden kendimi ait hissettiğim ve parçası olmaktan gurur duyduğum bir aile. Dolayısı ile ilk hedef PTL için doğru hazırlığı yaparak start noktasına sağlıklı ulaşmak, sonra bitirmek, sonra tek parça halinde bitirmek olacak. Geri kalan 3-4 haftada toparlanıp Spartathlon'a gitmenin oldukça ütopik bir düşünce olduğunun gayet farkındayım. Özellikle de iki yarışın hazırlığının birbirinden tamamen farklı olduğunu düşününce. Açıkçası ikisinin aynı spor dalı olduğundan bile şüpheliyim ama hayal etmekten zarar gelmez. Koşamazsam gönüllü olur, dostlarıma destek olurum.
Koşabilecek kadar sağlıklı olmanın her şeyden önemli olduğunu unutmadan geri kalan zamanın neler getireceğini bekleyip göreceğiz.
Koşan, koşturan, destek veren herkese tebrikler ve teşekkürler.
İznik Ultra 2016 from MCR Racesetter on Vimeo.
İznik Ultra 2016 from MCR Racesetter on Vimeo.
Emeğinize ve ayağınıza sağlık, tebrik ederim..
YanıtlaSilİyi ki varsın. Nokta.
YanıtlaSilAbi eline sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. Narlıca'dan sonraki bolumde bende bayrağa kadar tırmandım. Ordaki dogru yolun isaretlemesi gorunmuyordu sol caprazdaki yolu kapatmışlar fakat kapali yerin saginda isaretleme unutmuşlar sanki sol kapali sagdan devam et der gibi bende o işarete aldandım boşu boşuna dik yokuşu tırmandım. Herşeyiyle çok güzel bir tecrube oldu. Doğada saatlerce koşmanın tadı bambaşkaymış, bu tür güzel paylaşımlarla bizleri heveslendirip ultraya başlamamızı sağladığınız için çok teşekkürler. Saygılar sevgiler...
YanıtlaSilBekir soyledigin yeri anladim. Biz bayraga dogru gelirken, tam patikaya giris yerinde fotografci vardi ve daha biz isaretlere bakmadan gidecegimiz yolu gosterdi. O yuzden oradaki isaretlemeyi acikcasi cok net hatirlamiyorum. Ama 80K kosan bir arkadas da oradan duz devam edip yanlis gittigini anlayinca geri donmus.
SilTebrikler.Bu sene aranızda olamadığım için çok üzgünüm.
YanıtlaSilharika bir yazı, tebrikler
YanıtlaSilTebrikler... Çok GÜZEL anlatmışsın... yeniden koşmuş gibi oldum...:)
YanıtlaSilTebrikler... Çok GÜZEL anlatmışsın... yeniden koşmuş gibi oldum...:)
YanıtlaSilGene harika bir rapor. Süper. Abi yarışı hangi ayakkabı ile koştun? Sense Pro mu??
YanıtlaSilGene harika bir rapor. Süper. Abi yarışı hangi ayakkabı ile koştun? Sense Pro mu??
YanıtlaSilSense Mantra 3 ile kostum. Denememis olanlar icin, Mantra 3, ilk Mantra'dan cok farkli bir ayakkabi. Yastiklamasi cok farkedilir sekilde daha iyi. Burun kismi genis oldugu icin parmaklar rahat ediyor. Buna ragmen ayagi cok iyi kavriyor. Birkac teknik bolum disinda taban yapisi da bu yaris icin gayet yeterliydi.
SilIznik Ultra Başarını kutluyorum.Ultra yazılarınızı okumak bile bizleri mutlu ediyor.Başarılarının devamını dilerim..Sağlıkla kal.
YanıtlaSilAbi tek kelime ile harikaydı, harikasın, sürekli başarılarının, sürekli bu spora olan sevginin olmasını, bizlere öğretme, paylaşma azminin eksilmeden devam etmesini, devamlılığını dilerim :)
YanıtlaSilsevgiler :)