22 Ağustos 2015 Cumartesi

Raidlight Aladağlar Sky Trail 2015 Yarış Raporu

"Senin en azından yarış raporunda anlatacak bir hikayen var, bakalım biz ne yazacağız?"

Önemli bölümü 3000m üzerinde irtifada koşulan, 3700 ve 3500m'lik iki zirveden geçen 46km ve +3000m kazanımlı Raidlight Aladağlar Sky Trail'den dönüş yolunda Yücel böyle demişti. Tabii hikayeden kastı yarışın 25.km'sinde geçirdiğim kaza idi.

Ona sonra geleceğiz...


Kayseri - Niğde - Adana arasındaki Aladağlar bölgesi Demirkazık, Kaldı, Emler ve Kızılkaya gibi 3700m üzerinde birçok zirvesi ve kendine has kaya yapısı ile dağcı ve kaya tırmanışçılarını uzun yıllardır kendine çeken ve 1995'te Milli Park ilan edilmiş bir bölge. Bölgeye daha önce gitmemiş biri olarak burada düzenlenecek bir yarışa katılmak, ortamı keşfetmek için iyi bir fırsat olacaktı. Her ne kadar Eylül sonunda bir kez daha Spartathlon'a katılacak olsam da son 2.5 aydır asfaltta yüksek hacimli antrenman yapmaktan fiziksel ve zihinsel olarak yorulmuştum ve bir hafta dağlara kaçmanın bu stresi azaltmak için iyi olabileceğini düşünmüştüm. Tabii burada sakatlanmamak kaydıyla...

Yarış sonu düşüncem bu bölgenin dağcılar ve tırmanışçılar kadar koşucular için de mutlaka görülmesi gereken bir bölge olduğu yönünde. Ben kaya yapısını ve manzaraları görür görmez Dolomit'lere çok benzettim. Ki Dolomit'lerde en yüksek zirve 3343m ile Marmolada iken burada 3700m ve üzerinde çok sayıda zirve bulunuyor.

Startta Aytuğ ile
Yarışa gelirsek... İlk yarıda işler plana uygun gidiyordu. Tam 6:00'da verilen start sonrası ilk olarak 5.km'deki Sokullupınar kamp alanından, daha sonra 7.5km civarında Kapı'dan, ardından da 11.9 km'deki Çelikbuyduran'dan geçtik. İlk bölümde ön grubun hızlı temposuna girmemek için vites düşürdüm. Birkaç kilometre sonra da kendi tempomu bularak devam ettim. Çelikbuyduran'dan sonra 3723m yükseklikteki Emler zirve için 2.1 km kalmıştı. Yavaş geçen metrelerde beynim zayıf anımı yakalayıp 1 ay sonra katılacağım yarış ile bu yarışın birbirinden ne kadar alakasız olduğunu bana hatırlatıyordu.

Neyseki bu sorgulamaya önceden hazırlıklıydım ve sesleri susturmak çok zor olmadı. Biraz durup geri döndüm, birkaç fotoğraf çektim (normalde yarışlarda fotoğraf çekmem ama bu yarış beni bu konuda zorladı) ve geldiğimiz harika yerlere baktım. Zirveden sonra koşulabilecek bölüme geldiğimizde işlerin yoluna gireceğini kendime hatırlattım. Öyle de oldu. Zirvede gönüllü ekibinin çoşkulu karşılaması sonrasında biraz bacakları açmak için çarşaktan aşağıya hızlandım. Birkaç yerde işaretlerden emin olmak için duraklasam da bir süre hızlı hareket edebilmek iyi geldi. (Yarışın genelinde işaretlemede sorun yaşamadım). Yine de zirvede 50 metre kadar önümde olan Emre (Ayar) birçok oryantringçi gibi inişi çok hızlı yaparak kısa süre içinde gözden kayboldu. (yarışta Emler - Direktaş arasını en hızlı koşanın o olduğunu sonradan öğrenecektim).


Yarıştan iki gün  önce Emler'e çıkıp indiğim için oraya kadar olan yolu biliyordum ama geri kalan rotayı yarşta ilk defa görecektim. 17.6km'deki Direktaş istasyonu tahminimden daha çabuk geldi. Burada masadaki kek ile kola gözüme güzel gözükünce biraz enerji alarak yola devam ettim.  İlk defa geçtiğim yerlerdeki manzaraların da etkisiyle yarışın başındaki isteksizlik geçmiş kendimi iyi hissetmeye başlamıştım. 2-3km daha ilerledikten sonra yarışın ikinci büyük tuırmanışı olan MTA zirvesinin altına geldim. Burada yaklaşık 1.5 km içerisinde 3100m irtifadan 3500m'ye tırmanıyorsunuz. Zaman zaman oldukça dikleşen ve çarşak zemine sahip olan bu bölümde de iyi hissediyordum ve zirveye kadar birkaç kişiyi geride bıraktım. Hızlandığımı sanmıyorum, sanırım hızlı başlayanlar yavaşlamaya başlamıştı.

MTA'dan inişin teknik ve yer yer tehlikeli olduğu hem organizasyon hem de daha önce koşanlar tarafından söylenmişti. Ancak hem yarış öncesi bilgilendirmeler hem de yarış sırasında kritik noktalardaki gönüllüler ile olabilecek her türlü önlem alınmıştı. İnişe başlarken hemen önümde olan Emre burayı da çok hızlı inerek gözden kayboldu. Bu bölümde bence yarışın en muhteşem manzaralarından bazıları olduğunu da söylemem gerek. Kısa bir süre durup etrafa bakmadan edemedim. Buraya yarış dışı bir zamanda gelip az bulutlu bir günde manzarayı doya doya izlemek gerektiğini kendime hatırlattım.

Fotoğraf Emin Yavuz
Teknik bölümü geçip 1-1.5km kadar indikten sonra tamamı yumruk büyüklüğünde taşlarla kaplı yoldan aşağıya koşuyordum. Buralar hem fiziksel hem zihinsel olarak kendimi en iyi hissettiğim bölümlerdi. Ne var ki birkaç saniye içinde her şeyin değişeceğinden habersizdim. Hatırladığım son şey sağ batonumun iki taş arasına sıkıştığı ve çekmeye çalışırken dengemi kaybettiğimi hissetmem. Geri kalan bölüm çok net değil. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir anda kendimi yüzükoyun taşların üstünde yatarken buldum. Daha önce kendi payıma düşen sayıda düşüş yaşadım ama bu biraz farklıydı. Kendime geldiğimde tüm vücudum uyuşturulmuş gibiydi. Sanırım 45sn kadar hareketsiz yatarken kafamdan birkaç düşünce geçti: Kollarımı bacaklarımı hareket ettirebilecek miyim? Organizasyonun başını belaya sokacak mıyım? Helikoptere bindirilip üçüncü sayfa haberi mi olacağım?...

Bir süre sonra şokun etkisinin azalmasıyla vücuduma his gelmeye başladı. Sakin kalmayı kendime hatırlatarak sağ koldan başlayarak sırayla hepsini denedim ve başarılı olduktan sonra yavaşça sırtüstü döndüm. Yüzümün sol tarafında bir acı vardı, elimi attığımda kan geldi. 4 yıldır ultralarda yanımda taşıdığım bir elastik bandaj var, her yarış çantasını hazırlarken "acaba bu yarışta mı kullanacağım?" diye düşünürüm. Sanırım senin sıran sonunda geldi diye düşündüğümü hatırlıyorum (henüz gelmemiş).

Otururken sol dizimin de kanadığını gördüm ama çok önemli gözükmedi. Yüzümün ne durumda olduğunu sormak için arkadan birisinin gelmesini beklemeyi düşündüm ama ufukta kimse görünmüyordu. Biraz düşününce yarış sonuna kadar görmemek ve bilmemenin daha iyi olacağına karar verdim. Ayağa kalkıp kopan numaramı ve batonlarımı aldım ve yavaşça yürüme denemesi yaptım. Yürümemi engelleyecek bir durum yoktu. Ambit'teki mesafeye göre Maden Yayla istasyonu 1.5km kadar uzakta olmalıydı, oraya kadar yürümeye karar verdim. Yürüdükçe dizimdeki ağrı azaldı ama göğüs kafesimde başka bir keskin ağrı ortaya çıktı.

İstasyona 50m kala Emre'nin ayrılmak üzere olduğunu gördüm. Yüzümü gören gönüllüler olağan şekilde endişelendiler. Kötü bir şeyler olduğunu ilk o tepkiden anladım. İyi olduğumu söyleyip hem görevlileri rahatlatmak hem de durumu pozitife çevirmek için beraber fotoğraf çektirmeyi teklif ettim. (Aramızda kalsın, yarışa devam etmeme izin vermemek gibi bir durum olabileceğinden de endişeliydim). Sonuçta bu bilinçli bir karardı, hem onlar işlerini daha rahat yaptılar, hem de ben negatif düşüncelerden uzaklaştım. Saate göre 9.5-10 dakikalık hızlı bir çalışma ile kanı durdurdular, yüzümü temizlediler, batikon sürdüler ve bantladılar. Biraz peynir yiyip kola içtikten sonra artık geri kalan 20km'yi koşmaya hazırdım.  Bu süre zarfında hâlâ arkadan birisinin gelmemiş olması açıkçası beni şaşırtmıştı.

Maden Yayla İstasyon ekibiyle tedaviden önce. Foto: ?
Uzun süre durunca tekrar ağrımaya başlayan dizim ve göğsümdeki ağrı ile istasyondan sonraki ilk 3-4 km doğrusu biraz zor ve yürüme molaları ile geçti ama yüzümde bir şey hissetmiyordum. Yaklaşık 31.km civarındaki Karagöl'den sonra işler yoluna girmeye başladı. Dizim açılıp göğüs ağrısına adapte olunca kesintisiz ve seri şekilde koşabilmeye başladım. 35.3km noktasındaki Pınarbaşı istasyonuna yaklaşırken bir kez daha Emre'nin ayrılmakta olduğunu görünce şaşırdım. Enerji seviyesi anlamında kendimi gayet iyi hissediyordum ve biraz kola içip yine kek yedikten sonra 10.4 km'lik son etaba başladım. Momentumu yakalamışken kaybetmek istemiyordum ve durmadığım sürece koşabileceğimi biliyordum. Açıkçası traktör yollarında rahat koşuluyordu ve yaklaşık 2 km sonra Emre'nin yanından geçtikten sonra geri kalan 7-8km'yi de rahat şekilde koşarak yarışın sponsoru Raidlight'ın kurucusu Benoit Laval'ın 1.5 dakika arkasında Genelde 8. Yaş kategorisinde 3. olarak 7:02'de yarışı tamamladım.

40- Yaş Kürsüsünde Soner ve Ashkan ile. Foto: Aytuğ
Yarıştan sonra üstümü değiştirip bir şeyler yedikten sonra diğer arkadaşları ve Aytuğ'u karşıladım. Bu arada yüzümü gören yarışmacılardan Dr. Hasan Onat mutlaka dikiş atılması gerektiğini söyleyince Koray Bey'in yardımıyla UMKE ekibi ile Çamardı Devlet Hastanesi'ne gittim. Önce yüzüm ve göğsümün röntgeni çekildi. Özellikle göğsüm çok ağrıdığı için endişeliydim ama darbeye bağlı büyük bir ödem dışında kırık çıkmadı. Yüzümde iki farklı yere dikiş atılıp tedavi edildikten ve tetanoz iğnesi olduktan sonra tekrar alana döndüm. Bugün itibari ile yüzüm ve dizim iyi durumda, göğüs kemiğimdeki (sternum) ağrı ise devam ediyor, birkaç hafta sürdükten sonra geçmesi bekleniyor.

Yarıştan önceki konuşmalarımızda bu yarışın koşucular kadar organizasyon için de oldukça zor olacağını konuşmuştuk. Arazi zordu, koşanların her zamankinden daha fazla sorun yaşama ihtimalleri vardı ve onlara ulaşıp yardım etmek için diğer birçok yarıştan daha fazla organize olmak gerekliydi. Argeus ekibi ile Sertan ve Serkan Girgin önderliğindeki ekip sert bir arazide aynı Kapadokya Ultra Trail'da olduğu gibi çok başarılı bir organizasyona imza attılar. Her zaman "gönüllüler olmadan yarış olmaz" diyen biri olarak bu faktörün bu yarışta çok daha önemli olduğunu söylemem gerek. Çoğunluğu 3000m ve üzerindeki istasyonlarda bölgeyi iyi bilen deneyimli isimlerin bulunması çok kritikti. Bir gece önceden görev yerlerine giderek kamp yapan, yarışta kritik noktalarda ve istasyonlarda koşuculara son derece profesyonelce yardımcı olan ORDOS ve DKSK ekipleri olmadan bu yarışı düşünmek zor. Hepsine teşekkür ederken Maden Yayla istasyonunda beni tedavi eden arkadaşlara ise ayrıca kişisel bir teşekkür.

Geceden gelip 3000m'de kamp yapan gönüllüler. Fotoğraf: Arzu Duman
Tüm bunların yanında bence bu yarışta katılımcılar da şartlara iyi hazırlanarak başarılı bir sınav verdiler. Yüzde 80'in üzerideki bitirme oranının yüksekliği ve ciddi bir sorun yaşanmadan yarışın tamamlanması bunu işaret ediyor. Hava şartlarına gelince... Yarışın son saatlerinde hava ısınsa da öğlene kadar bence ideal hava şartlarında koştuk. Parkurun ilk yarısı ikinci yarıya göre ciddi şekilde daha zor fakat bu haliyle farklı alanlarda güçlü olanlara eşit şans veriyor. İlk yarıda güçlü tırmanıcılar ve teknik inişleri sevenler avantaj sahibiyken, bacaklarını ve nefesini dengeli kullananlar ikinci yarıda ciddi zaman kazanabiliyor. Genel olarak baktığımda bu yarışın hem arazi hem de organizasyon kalitesi ile birkaç sene içinde bir dağ koşusu klasiği olacağı açık. Çeşitli parkur alternatifleri ve opsiyonları eklenmeye de son derece açık. Son olarak zorunlu malzeme ile ilgili kısa bir not eklemek istiyorum. Zorunlu malzeme emniyet kemeri gibidir, onlarca defa belli bir kısmı işinize yaramayabilir ama benim örneğimdeki veya daha kötü durumlardaki gibi ihtiyacınız olan bir durum ortaya çıktığında hayati bir faktör olabilir.

Mert'in yarış raporunda Deniz ile birlikte çıkardıkları, yarışı ilk 11 sırada bitirenlerin ara zaman tablosu var. Buna baktığımda kişisel olarak beni şaşırtan sonuç son iki etap olan Karagöl - Pınarbaşı ve Pınarbaşı - Finiş ara noktalarında en hızlı zamanı yapan kişi olduğumu görmem oldu. Yarışta o kadar hızlı gittiğimi fark etmemiştim. Sanırım bunda etkili olan faktörler yarışın ilk yarısını yavaş koşmam, birkaç aydır yaptığım dayanıklılık bazlı antrenmanlar ve düşme sonucu adrenalinin etkisi ile hızlanarak bunu yarış sonuna kadar devam ettirebilmem oldu. Eylül sonundaki ~35 saatlik bir asfalt yarışı ile pek bir ortak yanı olmayan bu yarıştan alabileceğim pozitif faktörlerden biri bu.

Dağ koşularından hoşlanıyorsanız ve bölgeyi keşfetmek istiyorsanız Raidlight Aladağlar Sky Trail'i gelecek sene için yarış takviminize mutlaka eklemenizi tavsiye ederim. Yürüyün, koşun, arada birkaç saniye durup manzaraların keyfini çıkarın, hatta pek tavsiye etmesem de gerekiyorsa yüzünüzün üzerine düşün ama hareket etmeye devam edin. Sonuçta kendinizi bile şaşırtabilirsiniz.

Tüm sonuçlar için tıklayın


1 yorum:

  1. Abi cok guzel yazilmis bir rapor, bir terslik olmazsa seneye burada gorusuruz.

    YanıtlaSil