15 Haziran günü saat 9'a doğru gelirken, Kars Uluslararası Kültür ve Turizm Günleri kapsamında düzenlenen Kars Maratonu 47Km yarışının başlamasına 15 dakika vardı. Finişe gidecek çantamı minibüse bırakmak için hareketlendim. Bu esnada organizasyon ekibinden Samet’in elinde kendi telefonumu gördüm. Ceketimi çıkartırken telefonu
düşürmüşüm, neyse ki Samet görüp bulmuş. Bugün ya işler yolunda gidecek ya da
beklenmedik sorunlar olacak, bakalım hangisi göreceğiz diye düşündüm.
Startın verilmesi ile yarışın favorileri Murat Kaya ve
Ramazan İşmel ikilisi öne yerleşip tempoyu belirlediler. Ani Harabeleri'nden Kars Kalesi'ne kadar tamamı asfaltta geçecek 47Km'lik yolculuk başlamıştı. 1530m civarındaki irtifadan başlayıp 26.km'ye kadar tırmanarak 2000m'ye ulaşacak, ardından 1750m civarındaki Kars'a ulaşacaktık. (Kars ve Ani hakkında daha detaylı bilgi için önceki yazıma göz atabilirsiniz.) Murat ve Ramazan'ın arkasında yaklaşık 10 kişilik bir grup oluştu. Ben bu grubun en arka bölümünde yerimi
aldım ve kendi tempomu oturtup devam ettim. Aslında yarışın daha başında ön
grubun temposu içine çekilmemek için birkaç defa kendimi frenledim. İlk 5km hafif
tırmanış olmasına rağmen çabuk geçti ama hava sıcaklığının da en az irtifa
kadar önemli bir etken olacağı hemen belli olmuştu.
Burası Ani’yi Kars’a bağlayan tek yol olduğu için Pazar
sabahı turistik gezi için birçok arabanın geçeceğini düşünmüştüm ama öyle
olmadı. Yol özellikle ilk saatlerde neredeyse bomboştu, dakikalar boyu tek bir arabanın bile geçmediği zamanlar
oldu. Arada bir gelen arabalar jandarma tarafından durdurularak yarış olduğu anlatılıyor ve yavaş gitmeleri konusunda ikaz ediliyordu. Yol gidiş geliş çift şerit olduğu
için araba trafiği konusunda önemli bir problem yaşanmadı.
10.km sorunsuz geçerken sanırım 10 veya 11. sıradaydım ve kendi tempomu belirleme konusundaki disiplinden taviz vermemiştim.
Hafif eğimli uzun düzlüklerde yer yer 2-3km ötesine kadar görmek mümkündü. Bu noktadan
itibaren yavaş yavaş önümdekileri yakalamaya başladım. Ben hızlanmamıştım,
hızlı başlayanlar yavaşlamaya başlamıştı. Amacım vücudumu dinleyerek tempomu
belirlemek, 26.km’deki 1993m’lik rakım
ile parkurun en yüksek noktasına kadar enerjimi kontrollü kulanmak, daha sonra
duruma göre hareket etmekti.
Sanırım 18.km civarında güneş ilk kez buluta girdi ve biraz nefes almamızı sağladı. 26.km'ye yaklaşırken başlangıç tempomu korumam dolayısı
ile önümdekileri birer birer geçmeye devam ediyordum. Yarışta her 5km’de su
istasyonu vardı. Büyük kısmında da muz ve üzüm
bulunuyordu. 25k istasyonunda biraz meyve takviyesi yaptıktan sonra
tırmanışın dikleşen bölümüne başladım. 60 saniye kadar sonra doğru kadans ve
tempoyu oturtmuştum ve belki de daha zor olmasını beklediğim için olacak, bu yokuş
beklediğim kadar zor olmadı.
Fotoğraf: Caner Odabaşoğlu |
Fotoğraflar: Caner Odabaşoğlu |
Tepeye çıktığımda kendimi gayet iyi hissediyordum. Bu noktaya kadar akıllıca geldiğimden şüphem yoktu. Bundan sonra önümde
iniş ağırlıklı bir yarı maraton kalmıştı. Yüksek tempoda koşmak için uzun
sayılabilecek bir mesafe. 3-4km kadar kontrollü giderek iniş takımlarını test
ettim. Her şeyin yolunda olduğuna emin olduktan sonra tempoyu yükseltmeye
başladım ve kısa sürede önümdekilerle aram kapandı. Birkaç kişiyi daha
geçtikten sonra 35.km istasyonunda su veren çocuklar üçüncü durumda olduğumu
söylediler.
Finişe 12km vardı. Bazen yarış sonundaki 10km gözünüzde çok
büyür, hemen metreleri saymaya başlarsınız. Bu kez 10km az gözüktü, hızımı
korumakta zorlanmıyordum ve mesafe tahmin ettiğimden daha çabuk akıyordu. "Altı üstü bir saat daha koşacağım" diye düşündüm. Maraton noktasına yaklaşırken yarış boyunca parkurda koşanlara
büyük destek veren Kars bisikletli grubunun yol kenarında beklediğini gördüm. Selamlaşıp devam ettikten sonra 42,195'i 3:17 ile geçtim.
Son 5km’nin ilk 2km’si
Kars’ın girişiydi ve çok az kişinin olduğu yalnız bir bölümdü. Burayı
bitirdikten sonra şehir içinin daha kolay olacağını biliyordum. Öyle de oldu. Şehir
merkezine yaklaştıkça kalabalık arttı. Önce 8-9 yaşlarında bir çocuk
bisikletiyle benle beraber gelmeye başladı, daha sonra ona bisiklet grubunun
üyesi eklendi. Böylece sohbet ederek kalenin altına kadar bana eşlik ettiler ve 500m’lik son
tırmanışa başladım. 100m kadar tırmandıktan sonra yukarıda şortlu birisinin
yürüyerek kale kapısına yaklaştığını gördüm. O ana kadar önümdekilerin nerede
olduğu konusunda hiç fikrim yoktu, ilk kez o zaman ikinciye ne kadar
yaklaştığımı anladım ama iş işten geçmişti. Aramızda en fazla 150m vardı ama
onun da finişe en cok 200m’si kalmıştı ve o eğimde arayı kapatmak mümkün
değildi. Yavaşladım ve yürü koş moduna
geçerek son metreleri tırmanıp 3 saat 40 dakika sonra Kars Kalesi içindeki finiş
noktasına ulaştım.
Sakin kafayla düşününce benden 57 saniye önce bitiren Ramazan’ı
daha önce yakalamadığım belki de iyi olmuş çünkü daha 3 ay önce Runtalya’da
1:12 YM koşmuş biriyle son metrelerde sprinte kalkmak benim adıma hoş olmayan
görüntülere neden olabilirdi! Öte yandan parkur şöyle bir 10/20/50/100km daha uzun
olsa bir şeyler değişebilirdi J
İşin şakası bir yana parkur buydu ve Murat
Kaya bizden yaklaşık 10-11dk önce tamamlayarak birinci olmuştu.
Erkekler İlk 3
- Murat Kaya - 3:28:49
- Ramazan İşmel - 3:39:03
- Aykut Çelikbaş - 3:40:00
Kadınlar İlk 3
- Lütfiye Kaya - 4:31:45
- Dilge Koçak - 4:32:31
- Yasemin Göktaş - 4:47:20
Murat Kaya ve Ramazan İşmel ile kürsüde. Fotoğraf: Şirin Mine Kılıç |
Finiş anı. Fotoğraf: Hope Gross Mandel |
Üstümü değiştirip bir şeyler atıştırırken arkadaşları bekledim. Gelenlerin büyük büyük çoğunluğu son derece yıpranmış durumdaydı. Hatta Çekmeköy 60K'yı bir kenara koyarsak uzun süredir bu kadar yıpranmış koşucuların olduğu bir finiş görmedim desem yeridir. Yarıştan sonra bunun sebeplerini düşündüm, sanırım birkaç madde ile özetlenebilir:
Sıcak: Yarışa
sıcaklığın önemli bir zorluk eklediğini düşünüyorum. Kars’ta güneş bulutun
arkasına girdiğinde hava hemen serinliyor ama direk üstünüze geldiğinde
yakıyor. Çocukluğumuzda büyüteçi güneşe tutup kağıt yakmaya çalışırdık, arada
da elimize kolumuza tutup nasıl yakıyor diye bakardık. Aynı öyle bir yakma.
Benim gibi beyaz tenli olup güneş kremi sürmeyi akıl edemeyenler yarıştan
sonra kas ağrısından çok güneş yanığı acısından çektiler.
Yarış bittiğinde birçok kişi mide bulantısından şikayetçiydi
ve uzun bir süre bir şey yemek istemedi. Bu da sıcağın klasik bir etkisi. Vücut
fazla ısındığı zaman kendini soğutmak için bir savunma mekanizması var, terleyerek
kendini soğutmak. Terlemenin olması için vücuttaki kan deriye gönderilmek zorunda
çünkü ısıyı taşıyan kan. Böylece vücut normalde sindirim sisteminde
kullanılacak kanın bir bölümünü de deriye gönderiyor ve yediğimiz şeylerin
sindirimi yavaşlıyor. Ancak yüksek eforlu aktivite bitip vücut soğumaya
başladıktan sonra o kan tekrar sindirim sisteminde kullanılmaya başlayabiliyor.
Susuzluk ve Fazla Su:
Kars’ın havası kuru değil kupkuru. İstanbul gibi nemin 90%’lara çıktığı yerden
gelen birinin ilk farkettiği şey bu. İstanbul’da nemli bir yaz günü yavaş
tempoyla 10K koşup eve geldiğimde görenler denize düştüğümü zannediyorlar.
Kars’ta aynı eforla 10K koşunca sırtımda hafif bir ıslaklık ile koşu
tamamlanıyor. Ama havanın kuru olması terlemediğimiz anlamına gelmiyor. Yine
terliyoruz ama ter anında kuruyup buharlaşıyor, dolayısı ile farkında olmadan
yine su kaybediyoruz. Yeterince sıvı almayınca dehidrasyon ile performans
düşüşü kaçınılmaz oluyor.
Bunun bir de tam tersi var ki o da fazla su içmek. Birçok
kişi aman susuz kalmayayım diye fazla su içtiği için bu sorundan şikayetçiydi. Bunun
çok ileri boyutu olan su zehirlenmesi aslında dehidrasyondan daha tehlikeli çünkü vücuttaki tuz oranının tehlikeli oranda inmesine
sebep oluyor.
Yüksek İrtifa: İrtifanın performansı etkilediği bilimsek bir gerçek olmakla beraber herkesi ne kadar etkilediğini kestirmek kolay değil. Önceki yazımda
herkesin üzerinde farklı etkiler gösterdiğini yazmıştım. Tam olarak böyle oldu.
1993m geçişinde iki kişinin burnunun kanadığını ve bir kişinin bir süre
dengesini kaybettiğini biliyorum. Eminim başka örnekler de vardır. Öte yandan
yokuş yukarı çıkarken normalden daha fazla zorlanmak ve nabzın fazla yükselmesi
gibi sorunlar dışında daha ciddi problemler yaşamayanlar da oldu.
Bu zorlanmanın ne kadarı yüksek irtifadan, ne kadarı sıcaktan,
ne kadarı o zamana kadar olan yorgunluktan, ne kadarı yokuşlardan? Kimbilir.
Bunun doğru cevabını bulmak için cetaris paribus bir deney yapmak gerekir. Yani bir değişkenin sonuç
üzerinde ne derece etkili olduğunu kesin ve net olarak anlamak istiyorsanız tüm
değişkenleri sabit tutup sadece birini değiştirerek aynı deneyi
tekrarlamalısınız. Örneğin form durumunuzu, sıcaklığı, parkuru aynı tutup
sadece irtifayı değiştirmek gibi. Tabii gerçek dünyada böyle bir deney yapmak
mümkün olmadığı için bunu kesin bilmek imkansız. Bu konu ayrı bir yazı konusu
olacak kadar uzun. Her ne kadar ortalama bazı değerler olsa da UTMB’ye gitmeden
önce irtifanın etkisini oldukça araştırmış olarak ne kadar etkileneceğinizi
kestirmenin en temel yolunun o yüksekliğe çıkıp deneme yapmanız olduğunu
söyleyebilirim.
Parkurun en yüksek noktası. Fotoğraf: Itır Erhart |
Yalnızlık: Bunu
pek kimsenin dile getirdiğini duymadım ama bence alışık olmayanlar için yarışın
önemli bir zorluğu da yalnızlık duygusu oldu. Bizdeki yol maratonlarında destek
olmadığını biliyoruz ama sonuçta yerleşim yerlerinden geçiyorsunuz ve en azından ara sıra
kalabalıklarla karşılaşıyorsunuz. Ayrıca katılımcı sayısı da Kars’a göre doğal olarak çok daha fazla.
Patika yarışlarında ise 100m git sağa dön, 50m tırman, 70m in, dereden geç vs.
derken manzara devamlı değişiyor ve algıyı canlı tutuyor. Kars’ta iki yanınız
göz alabildiğine çayırlık alanlar, kilometrelerce önünüzü görebildiğiniz
bitmeyen uzun inişler, çıkışlar. Dakikalarca koşuyorsunuz ama sanki bantta koşar gibi hâlâ aynı
yerdesiniz. Yarıştan önce Muazzez, Ani’den gelirken 15-20km uzaktan Kars’ı görmeye
başladığınızı ama yolun bir türlü bitmediğini söylemişti. Gerçekten de 26.km’deki
tırmanıştan hemen sonra Kars’ı görmeye başlıyorsunuz ama şehir bir türlü
yaklaşmıyor.
Uzun ve yalnız kilometreler. Fotoğraf: Caner Odabaşoğlu |
***
İşin organizasyon kısmıyla ilgili de sanırım birkaç şey
söyleyebilirim çünkü bu yarışta koşucu olarak görev almanın yanısıra gönüllü
olarak da yardımcı olmaya çalıştım. İşin iki tarafını da görmüş biri olarak her
şeyin kusursuz olduğunu söyleyemem ama genele bakınca eldeki şartlarla sadece
1.5 aylık bir zamanda gayet iyi bir iş yapıldığını düşünüyorum. Yaşanan
olumsuzluklarda da sorumluluğu üstlenmek gerekir, bu konuda da dersler alındığını biliyorum. Nasıl ki bir parkuru ilk defa koşmakla 3. defa koşmak arasında fark varsa, daha
önce böyle bir organizasyon yapılmamış bir bölgede ilk defa bu boyutta bir yarış
organize ederken de belli bir öğrenme eğrisi olduğunu unutmamak gerek.
Fakat şundan emin olabilirsiniz ki tüm ekip ve gönüllüler bu
yarışın olabilecek en iyi şartlarda gerçekleşebilmesi için kalplerini ortaya
koydular. Verilen bazı sözlerin tutulmaması ile bazı sorunlar yaşandı,
öngörülemeyen problemlerin çoğu çözülse de aksaklıklar mutlaka yaşanmıştır.
Açıkçası ben birçok yönden İznik Ultra’nın ilk senesini hatırladım. Yerel halk
böyle bir mesafenin koşulabileceğine inanmıyordu, federasyon görevlilerinden bu
irtifada maraton koşulamaz diyenler vardı. Dolayısı ile önemli pozisyondaki
bazı kişiler bu yıl olayı uzaktan izleyip fazla bulaşmak istemediler. Ama
sonunda bu işin yapılabildiğini, burada koşulabildiğini gördüler. Önümüzdeki senelerde İznik’te
olduğu gibi burada da daha farklı şeylerin olacağını düşünüyorum. Benim
gördüğüm ve duyduğum temel konular ve sorunlar hakkındaki düşüncelerim de
maddeler halinde şu şekilde:
Ücretsiz Otobüs:
Yarış için İstanbul, Ankara ve Erzurum’dan ücretsiz otobüsler sağlandı. Otobüslerin
bu kadar uzun mesafe için yeterli rahatlıkla olmadığı konusunda şikayetler vardı.
Bu bence haklılığı olan bir konu. Ulaşımın ücretsiz olması yerel yönetimlerin
sağladığı otobüslere mecbur kalmak anlamına geliyor. Bence bunun çözümü şu
olmalı: otobüslerin tam olarak ne özellikte olacağı önceden tam olarak
bildirilmeli ve duyurulmalı. Buna göre insanların kendi kararını kendisi vermesi sağlanmalı.
Ücretsiz Konaklama:
Ücretsiz konaklama adresi olarak Aynur Aytemiz yurdu belirlenmişti. İşin
konaklama kısmı ne beklediğinize göre değişir ama şahsi görüşüm oda büyüklüğü,
içinde kendine ait banyo ve tuvaleti olması, sıcak su ve ısıtmanın 24 saat
çalışması ve tüm katılımcıların aynı yerde kalabileceği kadar büyük olması
sebebiyle bence doğru seçimdi. Bunu Kars’taki diğer yurtların durumunu görmüş
olarak söylüyorum. Daha başka standartlar arayanlar için Kars’ta gayet kaliteli
oteller mevcut.
Yurttaki Odalar |
Yardım istasyonları, bisikletçiler, görevliler ve gönüllüler: Her 5km’deki istasyonlar yeterliydi. Konumları önceden
açıklanan noktalardaydı. Bisikletçiler, görevliler ve gönüllüler işlerini canla başla ve gönülden yaptılar. Yaş kategorisinde birinci gelen Şirin Mine Kılıç bu konuyu son derece güzel özetledi, aynen katılıyorum:
Kars Ultra Maratonu gönüllü ekibin (yolda su, yiyecek servisi yapanlar Karslı gençlerdi) müthiş çalışmasının yanı sıra, trafik polisi ve jandarmanın inanılmaz performansı ile aklımda kalacak. Hiçbir yarışta bu kadar disiplinli çalışan gönüllü+güvenlik görmedim. Gönüllüler ikramları daha masaya ulaşmadan ulaştırdı, sözle, güleryüzle motive etti. Bisikletliler sürekli "iyi misiniz" diyerek sağlığımızla ilgilendi. Güvenlikçiler şehir içinde koştuğumuz her yerde canla başla çalıştı, yolu gösterdi ve açtı. Şehir dışında bir de alkışladılar. - Şirin Mine Kılıç
Lojistik: Ödül töreninin yapılacağı yerin finiş noktasından uzakta
olması bazı şikayetleri doğurdu. Her ne kadar yarışmacıların önemli bölümünün
servis ile taşınması sağlansa da bundan faydalanamayanlar olduğunu öğrendim. Bu da haklı bir eleştiri.
Bildiğim kadarıyla temel sebep bazı izinlerin çok geç gelmesi ve 1.5 aylık kısa sürede yerel yönetimlerdeki iş bölümünde sorunlar yaşanması. Bunlar sebep ama bahane olmamalı. Gelecek seneler
için üstüne düşülmesi gereken konulardan biri.
Köpekler: Yarışın 5.km’sinde
birkaç köpek benim de yakınında olduğum ön grup ile biraz yakın temasa girdi,
neyse ki jandarmanın zamanında müdahale etmesi ile sorun çözüldü. Yarıştan
sonra aynı köpek ekibinin arkadan gelen arkadaşlara da biraz zorluk çıkardığını
ama jandarmanın yine yerinde müdahalesi ile olayın sorunsuz atlatıldığını
öğrendim. Aslında yarıştan önce yakınından geçeceğimiz köylerdeki muhtarlara
haber verilmesi konusunu Jandarma komutanından özellikle rica etmiştik. Hatta
ben şahsen kendisi ile parkuru arabayla gezerken kendisi de ilgili yerler için
not almıştı. Zaten bu sayede köylerde ve başka yerlerde köpek sorunu
yaşamadım ve yaşayanı da duymadım. Bu açıdan bu konunun başarılı olduğunu düşünüyorum. 5.km’deki köpekler ise bir köye değil sanırım bir
işletmeye ait olduğu ve biz keşif yaparken ortalarda bulunmadıkları için bunun
önlemi önceden alınamadı ama jandarmanın çabuk müdahale etmesi ile büyük bir sorun
yaşanmadı.
Parkur ve Finiş Noktası: Baştan
beri yerel yönetimlerin bu koşunun tamamen asfaltta geçmesini ve Ani’den başlamasını
istediğini biliyorum. Ani’den Kars’a sadece tek bir yol olduğu için parkur
belliydi. Yarışın şehir merkezi yerine Kars Kalesi’ne tırmanarak bitmesi doğal
olarak ekstra bir zorluk kattı ve bu yönde de bazı eleştiriler geldi.
Değişikliğin olması finişin kalede yapılması için gerekli izinlerin ilgili
kurumlardan ancak o tarihte gelmesi sebebiyle idi. Bir görüş son 500m’lik dik
bölüm yerine 10K’cıların kaleye tırmandığı daha az eğimli yoldan neden
çıkılmadığı yönündeydi. Eğer o yoldan
gidilseydi yarışın uzunluğu mecburen 50-51km
olacaktı. O yolu da koşmuş olarak şunu söyleyeyim ki, evet orada eğim daha az ama çıkışın uzunluğu 500m yerine 2km ve 50km koştuktan sonra o da parkta yürüyüş gibi rahat olmayacaktır.
Son tırmanışta zorlanan birçok kişiyi belki kızdıracak olsam
da bence şehir merkezi yerine kalede bitmesi “Kaleden Kaleye Koşu” konseptinde gayet güzel oldu.
Geçen sene Kıbrıs’ta koştuğumuz 80K uzunluğundaki Two Castles ultra maratonunda
72.km’de Buffavento kalesine tırmanıp inmiştik. Türkiye’den geçen sene ve bu
sene bu yarışı koşan 10’dan fazla kişi olduğu için rahatlıkla ve abartısızca söylüyorum
ki o tırmanış bundan hem çok daha dik hem de bundan 5-6 kat daha uzundu. 35 derece sıcakta buraya tırmanırken, “insanlar yüzyıllar önce bu koca taşları bu kadar yukarıya tek tek
taşıyarak kale yapmışlar, sen kaleye çıkarken bile mızmızlanıyorsun” diyerek kendimi
motive etmiştim. Aradan bir sene geçtikten sonra bu yarışı hatırladığımda gülümseyerek hatırladığım ilk şey bu kale tırmanışı. Bence yarışın en özel ve hatırlanacak bölümü. Eminim bir yerde
Kars konusu açıldığında veya günün birinde Kars’a tekrar gittimizde yine ilk
akla gelen bu olacak. “Ani’den başlayıp Kars’a gelmiş, sonunda da kaleye
tırmanıp bitirmiştik” diye en çok bu hatırlanacak.
Ayrıca sizi bilmem ama 10K’cılar kaleye
tırmanarak yarışlarını bitirirken ben 47K koşup kaleye tırmanmadan bitirmeyi
kendime yediremezdim J
Kale tırmanışı. Fotoğraf: Hope Gross Mandel |
***
Son bir anektodla bitiriyorum. Kars’ta bulunduğum süre içinde yarışta çok büyük emeği olan İl Spor Müdürü Öner Bey ile sohbet etme şansım oldu. Kendisi Türkiye şampiyonlukları bulunan eski bir mili boksör ve antrenör. Sohbet sırasında bir ara konu boksa geldi ve şöyle dedi:
“Son raundun son dakikasının ne demek olduğunu bilir misiniz? Yorgunluktan dizlerin tutmaz, gözünü açacak gücü bile zor bulursun, yukarıda ışıklar dönmeye başlar… İşte o zaman önünde iki seçenek vardır:
Ya indireceksin, ya ineceksin. Ya indireceksin, ya ineceksin…”
Boks sporunu sadece izleyici olarak takip eden biri olarak o anın ne demek olduğunu tabii ki kendisi gibi bilemem. Ama sanırım ultra maratonlarda yaşadıklarımdan empati yapabilirim. Uzun ve yalnız geçen saatlerden sonra beyin her şeyi sorgulamaya başlar: "Niye buradayım, ne yapıyorum, niye koşuyorum, buna değer mi...?" Vücudunuzun neresinin daha fazla ağrıdığını bile anlayamaz hale gelmişken, bedeninizdeki her hücre durmanız için haykırırırken önünüzde iki seçenek vardır:
“Ya devam edeceksin, ya duracaksın. Ya devam edeceksin, ya duracaksın...”
İmkan bulup Kars’a kadar gelerek her zorluğa rağmen devam edip bitirenlere tebrikler. Elinden geleni yapıp bu kez bırakanlara ise söyleceğim şey şu olabilir: Her maçını kazanan, hiç yere düşmeyen boksör görmedim.
NOT: 21 Haziran Cumartesi günü Çekmeköy’de Türkiye’nin ilk 24 saat koşusu yapılıyor. İster 3 saat, ister 6 saat koşmak, koşmayıp koşanları desteklemek veya bir grup çatlak insanı yakından gözlemlemek için nefis bir fırsat. Koşmaya ve ultra maratonlara ilgi duyuyorsanız İstanbul'un göbeğinde adeta bulunmaz bir nimet. Ayrıca neredeyse Eylül ayına
kadar pek fazla organizasyon olmayacağı için sezon finali olarak da düşünebilirsiniz. Ayrıntılar
burada.
Hem eline hem ayağına sağlık Aykut
YanıtlaSilMerhaba Aykut bey sadece koşu ile ilgili değil hayat ve karşılaştığımız sorunlarla başetmek hakkında son derece başarılı bir blog tebrik ederim. Bu konuda enaz koşuda olduğunuz kadar başarılsınız. günlerdir okuyorum ve okurken kafamda sorular dönüyor duruyor. en merak ettiğim konu yokuşlarla ilgili olanı. koşu esnasında bir yokuşla karşılaştığınızda koşmak ve ve yürümek ta da tırmanmak diyelim, arasındaki tercihi neye göre yapıyorsunuz? yokuşun mesafesi mi, eğimin derecesi mi, yokuştan sonra koşmanız gereken mesafe mi, o anki güç durumunuz mu vs vs. bunun şunun için soruyorum bir yarış raporunuzda yokuş ve inişlerde yürümeyi aradaki mesafeyi koşmayı kararlaştırdığınız yazmıştınız. gerçi ılgaz beyin bloğu da olabilir emin değilim. ben 4 yıl kadardır, haftada 3-4 kez 5-6 km civarı kilo vermek amacıyla yavaş tempoda iddiasız amatörce koşan bir insandım. son zamanlarda edindiğim bilgiler, sizin gibi örnekler vs bu mesafeler bana yetmemeye başladı. gerçi çok aşama kaydedemedim henüz. şu ana kadar ki en uzun mesafem neşetsuyu parkuru 7,30 pace ile neşetsuyu parkuru. sizin nefedeyse markete gitme mesafesi:) tempomun bu kadar yavaş olmasının sebebi hem fiziksel dezevantajlarım hem de şu psikolojik faktör: nabzım 150'yi aştığı zaman kalbimi çok yormaya başladığımı birazdan kalp krizi geçirip yere yığılacağımı (yaşım 37) düşünüyorum ve içgüdüsel olarak yavaşlıyorum, doktora birkaç kez gidip kalbinde hiç sorun yok cevabı almama rağmen üstelik. fakat yavaş tempoda da olsa daha uzun mesafeleri koşacak güç ve motivasyonu buluyorum kendimde. işte ikilemim de bu noktada devreye giriyor. yokuş konusunda ne önerirsiniz ve 150 altı nabız 7-7,30 gibi paceler ile bu iş nasıl olacak, kendime nasıl bir yol haritası çizmeliyim sizce. teşekkürler.
YanıtlaSilimla ve kopukluk için özür tabletle başedemedim. neşetsuyu parkuru 18 km olacaktı.
YanıtlaSilGunay bey merhaba,
YanıtlaSilBir yokusu kosma veya yurume tercihini yapmak icin sizin de belirttiginiz gibi bircok faktoru ele almak gerek. Yarisin uzunlugu, yokusun yarisin neresinde oldugu, yokusun uzunlugu ve egimi gibi bircok faktoru degerlendirip karar vermek en dogrusu. 100km kosarken 10.km'deki bir yokusun hepsini kosabilecek kadar guclu olabilirsiniz ama bunun kosunun geri kalaninda sizi nasil etkileyeceginizi dusunmeniz gerek. Bu biraz vucudun sesine kulak vererek biraz da deneme yanilma sonrasinda edinilen tecrubeyle ogreniliyor.
Eger nabzinizi takip ediyorsaniz yokus cikarken yavaslamaniza ragmen nabzinizin duz yolda kosarken oldugundan biraz daha fazla yukselmesi olasidir. Eger cok fazla yukseliyorsa ve bu uzun bir kosu ise biraz daha fazla yavaslamakta fayda var demektir. Yokus cikarken yavasladiginiz zaman onunuzde iki secenek var, ya yavas kosacaksiniz ya hizli yuruyeceksiniz. Cok dik egimlerde (25% ve uzeri) bazen yurumek kosmaktan daha hizli bile olabilir. Benim icin temel kural su: Eger yurumeye dondugunuzde kosu hizina yakin sekilde tirmanabiliyorsaniz, ozellikle uzun kosular icin soyluyorum, yurumeye donmekte cogu zaman fayda vardir. Cunku yururken hem nabziniz biraz daha dusuk olacaktir, hem de kosuya gore degisik kas gruplarini calistiracaginiz icin bacaklarinizi ilerleyen kilometreler icin biraz daha saklama sansiniz olacaktir.
Herhangi bir tempoda 18k kosabilmek hicbir sekilde kucumsenecek bir sey degil. Bu noktaya gelmek icin ne kadar cok ozveri ve disiplin gerektigini kosan herkes bilir, o yuzden kendinize haksizlik etmeyin. Nabziniz icin bir sey soylemek zor, cunku 150'nin ne anlama geldigini anlamak icin maksimum nabzinizi bilmek gerek (220-yas gibi formullere fazla itibar etmeyin). Doktor kontrolunden gecip endise edilecek bir durum olmadigini ogrenmeniz cok olumlu.
Yokuslari iyi tirmanmak icin ise maalesef kestirme bir yol yok. Kosuyla ilgili hemen her seyde oldugu gibi ne ekersek onu biciyoruz. Ancak genel kural olarak buyuk adimlar atmak yerine, kucuk adimlar ve yuksek kadans ile tirmanmaya calismak, kollari ve dirsekleri guc almak icin kullanmak, sabit bir ritim tutturup nefes alip verise dikkat etmek, kosu formunun bozulmamasina onem vererek ozellikle one fazla egilmemek dikkat edebileceginiz noktalar.
Bunun disinda zorlandiginiz yokuslarda kosu ve yurumeyi degismeli olarak uygulama uzerine bir sistem deneyebilirsiniz. Ornegin sadece sol adiminizi attiginizda sayarak 20 adim kosun. Daha sonra hem sag hem sol adimda sayarak 20 adim yuruyun. Bunu yokus bitene kadar degismeli uygulayin, yokusun cok daha cabuk bittigini ve daha az zorlandiginizi goreceksiniz. Bir sure sonra yokuslarda guclenmeye basladiginizda bu sayilari 25/15 veya 30/10 gibi kosu lehine arttirabilirsiniz. Sabir ve sureklilik ile onemli oranda gelisme saglayacaginizdan kuskum yok.
Iyi kosular.