21 Mart 2014 Cuma

Spartathlon

Maratonun hikayesini koşan veya spora ilgi duyan hemen herkes bilir. Kısaca hafızaları tazelemek gerekirse:

Milattan önce 490 yılında Persler Anadolu’nun, Güneydoğu Avrupa’nın ve Güneydoğu Asya’nın büyük bölümünde hakimiyet sürmektedirler. İki sene önce Ege kıyılarında yaşayan Yunanlıların, tarihte İyon Ayaklanması olarak bilinen başkaldırısını Persler bastırmıştır. Bu ayaklanmaya Atina başta olmak üzere Yunan şehirlerinin destek verdiğini öğrenen Pers Kralı 1. Darius, Yunanistan’a bir ordu gönderir ve Kuzey Yunanistan’daki şehirlerin hemen hepsine boyun eğdirir ancak güneydeki Atina ve Sparta şehirleri başkadırıya devam edince savaş kaçınılmaz hale gelir

Böylece Pers ordusu Atina’nın yaklaşık 40km kuzeyindeki Marathon ovasında konuşlanır. Atina'dan yola çıkan bir ordu da bu bölgeye hareket eder. Burada iki ordu da günlerce birbirlerinin saldırmasını beklerler. Sayı olarak çok daha az olan Atina ordusu Sparta’dan gelecek desteği beklemektedir. Fakat Atina ordusunun 10 generalinden biri olan Miltiades diğer generalleri saldırmaya ikna eder. Yunan ordusu falanks formasyonunu kullanarak başarılı bir muharebe planı uygular ve Persleri bozguna uğratarak geri çekilmeye zorlarlar. Geri çekilen Persler son bir hamle yaparak Yunan ordusu dönmeden önce Atina’ya saldırmayı düşünürler ama Yunanlılar Atina’ya zamanında dönmeye başarır.

Marathon bölgesindeki Pheidippides heykeli.

Efsaneye göre Yunanlıların en iyi atleti olan Pheidippides, Yunan ordusundan önce Atina’ya koşmakla görevlendirilir. Atinaya ulaştığında "Niki!" ("Zafer!") demeyi başarır ancak hemen ardından yorgunluktan hayatını kaybeder.

Aslında tarihi belgelerde Pheidippides’in koşusu çok başka şekilde anlatılır fakat hikayenin bu şekilde bilinmesi 1896’daki ilk Olimpiyat oyunlarına dayanır.. Bu olimpiyat oyunları için organizatörler Yunan tarihini öne çıkaracak bir yarış planlarlar. Fransız dilbilimci Michel Breal’ın önerisi ile Marathon şehrinden Atina’ya kadar koşulacak bir yarış düzenlenir. 

İlk maraton yarışını Yunanlı atlet Spiridon Louis kazanır ve yarışın çektiği ilgi sonucu bundan sonraki olimpiyatlarda da yer almasına karar verilir. Koşulan bu ilk maratonun uzunluğu 39.9km (24.8mil) olarak kayıtlara geçer. 1908 yılındaki Londra Olimpiyatlarında ise bugünkü resmi uzunluğu olan 42,195m olarak son halini alır. Bu mesafe Windsor kalesinden Londra Olimpiyat Stadyumuna olan uzaklıktır. 

Pheidippides’in gerçek koşusu

Pheidippides’in koşusuna gelince… Marathon'dan Atina'ya koştuğu iddiası ilk kez Milattan Sonra 2. yüzyılda Yunanlı Yazar Lucian'ın bir eserinde ortaya atılır. Fakat Lucian bir tarihçi değildir ve parodileri ile ünlüdür. Yazdıklarında da hiçbir tarihi karakter bulunmaz.

Bu olay hakkında eldeki tek net tarihi belge Milattan önce 5. yüzyılda yaşayan ve “tarihin babası” olarak bilinen Herodot’un Maraton Savaşı üzerine yazdığı eserlerdir. Savaşı çok detaylı şekilde anlatan Herodot bu belgelerde özetle şunu belirtir: Atina ordusu kendisinden daha güçlü olan Perslere karşı Spartalılardan yardım talep eder. Bu amaçla en iyi koşucuları olan Pheidippides’i Atina’dan yaklaşık 250km uzaklıktaki Sparta şehrine gönderirler. Pheidippides yola çıkar ve ertesi gün Sparta’ya ulaşır.

Sparta ordusu yardım etmeyi kabul eder fakat o sırada dini festivalleri yapıldığından ancak 9 gün sonraki dolunayda yola çıkabileceklerini söylerler. Pheidippides tekrar Atina’ya döner ve bu bilgiyi Yunan ordusunun generallerine iletir. Yunanlılar ise bu kadar bekleyemeyeceklerine karar verip Perslere saldırmaya karar verirler.

Atina'dan Sparta'ya...
1982 yılına geldiğimizde, tarihe ilgi duyan ve Herodot'un eserlerini okuyan uzun mesafe koşucusu John Foden bir insanın gerçekten bu kadar kısa sürede bu mesafeyi koşup koşamayacağını merak eder. Bunu öğrenmenin tek yolunun denemek olduğuna karar verir. Yunanlı tarihçilere danışarak Atina’dan Sparta’ya Milattan önce 490 yılında koşmak için en olası rotayı belirler.

Böylece kendisi gibi ordu mensubu olan koşucularla birlikte bir deneme koşusu yaparlar. Foden'le birlikte iki arkadaşı daha Sparta’ya 40 saatin altında ulaşmayı başarırlar. Böylece 1983 yılından itibaren Spartathlon adı altında 246km’lik ve sadece 36 saat zaman limiti olan bir yarış düzenlenmeye başlanır. 

Bu konu nereden çıktı?
 
Tahmin edeceğiniz gibi bu yazıyı yazmanın bir sebebi var. Moda deyimle zamanlama manidar.

İyi hatırlıyorum. 2010’un ilk aylarıydı. İki maraton koştuktan sonra çeşitli ultra maraton kitapları okumaya başlamıştım. Sanki 30 yıl önceden bahsediyormuşum gibi olacak ama o zamana kadar Türkiye’de hiç ultra maraton düzenlenmemişti. Ben de dünyadaki çeşitli ultraları araştırırken 50 mil, 100K, 100 mil gibi mesafelerdeki yarışların ve etaplı ultra maratonların varlığını öğreniyordum. Spartathlon’un ismini de ilk kez bu dönemde duydum. 
Diğer mesafeleri zor da olsa beynim biraz algılamaya başlamıştı ama açıkçası bir insanın bir kerede 250km koşabileceği düşüncesi son derece saçma ve mantıksızdı. Bunun gerçek bir yarış olamayacağını düşünerek detayına bile bakmadım. 

Aradan zaman geçti, 2011 başından itibaren bir ultra koşmayı kafama koymuş ve özellikle de dünyadaki 100 mil yarışları ile ilgili çok sayıda yazı ve kitap okur olmuştum. Nerede bir ultra maratonun zorluğundan bahsedilse orada uç örneklerden biri olarak Spartathlon referans gösteriliyordu. En zor denilen yarışları koşmuş olanlar Spartathlon’dan bahsederken tabiri caizse önlerini ilikliyorlardı. Bunları görünce bunun sadece birkaç çılgın tarafından koşulan bir yarış olmadığını anlayıp tarihinden gelişimine kadar incelemeye başladım. İşte ilk kez o zaman neden Spartathlon’un bu kadar saygı uyandıran bir yarış olduğunu öğrenmeye başladım. 

Gelelim 2013’ün son aylarına... Ağustos sonundaki UTMB’den birkaç ay sonra bir sonraki yılın planlarını düşünmeye başlamıştım. Çeşitli alternatifleri gözden geçirdim ama hiçbirisi yeterince cezbedici gelmedi. Tamamen motive olabileceğim bir yarış bulamayınca olayları akışına bıraktım. Ocak başında Spartathlon başvurularının başlayacağı aklıma geldi ama bu yarışa katılmak, istemekle ya da başvurmakla olacak bir şey değildi.
Evet, Spartathlon’da koşmak için kabul edilmek başlı başına bir iş. (İnsanın 250km koşmak için bu kadar uğraşması biraz absürd değil mi?) Başvurular arasından detaylı bir inceleme ile her sene sadece 300 civarı koşucu kabul ediliyor. Sadece Almanya, Yunanistan ve Japonya'dan o kadar büyük bir talep var ki bu üç ülke için özel bir kota var. Puan yok, kura yok, yardımseverlik (charity) kontenjanı tarzı parası neyse verip koşayım olayı yok. 

Bunların yerine zorlu kriterler var. Kriterlerin zorluğu şu: Bu tür kriterler isteyen diğer bütün yarışlarda, bir başka yarışı zaman limiti dahilinde bitirmiş olmak yeterli kriter olarak görülür. Spartathlon’un diğerlerinden farkı istenen mesafelerdeki yarışları belli sürelerin altında bitirmiş olmak. 
2014 için en az bir tanesinin gerçekleşmesi gereken kriterler şu şekilde idi:

a) Önceki bir Spartathlon yarışını 36 saatte bitirmiş olmak.
b) Önceki bir Spartathlon yarışında 172.km’deki Nestani control noktasına 24.5 saat içinde ulaşmış olmak.
c) Bir 24 saat yarışında en az 180km koşmuş olmak.
d) Bir 48 saat yarışında en az 280km koşmuş olmak.
e) 200km uzunluğundaki bir yarışı 37 saat içinde tamamlamış olmak.
f) Bir 100km yarışını 10.5 saat içinde tamamlamış olmak.
g) OLYMPIAN yarışını (Anc. Nemea-Olympia) 28 saat içinde tamamlamış olmak .
h) EFHIDAS yarışını 11 saat içinde tamamlamış olmak.
Bu kriterler pistte veya düz yolda yapılan yarışlar için veriliyor. 

Türkiye’de hâlâ bu tür bir yarış olmadığı için birçok kişi gibi benim de kafamdaki soru şuydu: Pistte bir 24 saat yarışına katılmadım ama yükseklik kazanımı fazla olan dağlık bir yarışta bu süreler içinde buna yakın mesafeler koştum, acaba bu göz önüne alınıp değerlendirilir mi? 

Bu sorunun resmi bir cevabı yok. Daha önce yarışa katılanların söylediklerine göre öğrenmenin tek yolu var. Bitirdiğiniz yarışların resmi sonuçlarını göndermek. Tüm bunlar incelendikten sonra kabul edilip edilmeyeceğinizi beklemek.

Ben de buradan hareketle eğer yükseklik değişimi ve arazi şartları gözönüne alınırsa bitirdiğim bazı yarışların C, E ve F maddeleri için uygun görülebileceğini düşündüm ve bu yarışların sonuçları ile başvurmaya karar verdim. 

c) Bir 24 saat yarışında en az 180km koşmuş olmak.
23 saatte bitirdiğim Ultima Frontera (160km, +4000m)

e) 200km uzunluğundaki bir yarışı 37 saat içinde tamamlamış olmak.
38 saatlik UTMB (170K, +10000m)

f) Bir 100km yarışını 10.5 saat içinde tamamlamış olmak.
İznik 2013’te o ana kadar +2000m tırmanış olan 95K istasyonunu 10 saatte geçtiğim ara zaman sonuçları.

(f maddesi için 11 saatlik Lavaredo'yu (85K, +3500m) da dikkate alabileceklerini düşündüm). 

Doğrusunu söylemek gerekirse çok umutlu değildim ama kaybedecek bir şeyim yoktu. Şubat başında 3 hafta kadar koşuya ara verdiren bir hamstring sakatlığı da yaşayınca başvuruyu tamamen unuttum. Tam aklımdan çıkmıştı ki Şubat sonuna doğru bir e-mail geldi ve yarışa katılma hakkını elde ettiğimi öğrendim. 
İlk işim gelen email adresinin ve IP numarasının doğruluğunu kontrol etmek oldu! Evet, şaka değildi.Yıllardır katılma hakkı elde etmeyi bile çok zor gördüğüm bu yarışa kabul edilmiştim. Bundan sonraki aşama için biraz düşünmem gerekiyordu. Geri kalan 6-7 ay boyunca yapmam gerekenleri, özel hayatımı, buna fiziksel ve mental olarak hazır olup olmadığımı ve antrenman programını düşünmek. 

Sakatlık hiç kimse için iyi bir şey değil ama faydalı tarafları da var. Hayatta neyin önemli olduğunu tekrar hatırlatmak için bizi düşünmeye zorluyor. Hiçbir şeyin garantisi olmadığını ve eline bir şans geldiği zaman onu değerlendirmek gerektiğini, gerçekten yapmak istediğimiz şeyler için fırsat bulunca fedâkârlık etmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Bunun hayatımda yapacağım en zor şey olacağının farkında olduğum gibi bir daha bu şansın gelmeyebileceğini biliyordum. Sonuçta karar vermek çok zor olmadı. Kendimle başbaşa birkaç koşu yaptıktan sonra iş netleşti. Bitirmek bir kenara, yıllardır “acaba günün birinde katılma hakkı kazanabilir miyim?” diye düşündüğüm tek bir yarış varsa o da Spartathlon'du ve sonuç ne olursa bu şansı geri tepemeyeceğimi biliyordum.  


Spartathlon neden zor?
Dünyada çeşitli yarışlar kendisinin en zor olduğunu iddia eder. Kimisi sıcaktır, kimisi soğuk, kiminde yükseklik değişimi en fazladır, kimisi uzundur vs.  Hangisi daha zor demek bir yerden sonra bence anlamsız ve kısır bir tartışma. Bunların hemen hepsinde zaman limitleri geniştir. Bu iş için ortalama bir fiziksel kapasitede olduktan sonra bir şekilde hareket etmeye devam edebildiğiniz sürece bitirip bitirmeme şansınız bunu ne kadar istediğinize göre değişir.   

Spartathlon’u diğer yarışlardan ayıran en büyük fark işte burada. Evet 246km neresinden bakarsanız bakın uzun bir mesafe, Eylül ayında rotadaki ortalama sıcaklıklar 30 dereceye yaklaşabiliyor, asfaltta bu kadar mesafe yapmanın bacaklarda yapacağı tahribat büyük, yarışın 160.km’de deniz seviyesinden 1100m’ye çıkılan bir dağ tırmanışı var vs. vs. Hepsi tamam ama bunlar aslında hep yan faktörler. Bu yarışı diğerlerinden ayıran esas zorluk son derece acımasız zaman limitleri olması ve yarışın sadece 36 saat içinde tamamlanma zorunluluğu. 

Yarış Sparta şehir merkezindeki Kral Leonidas heykelinde katılan ülkelerin bayrakları altında sona eriyor.

Diğer birçok ultrada bir sorun yaşayıp yavaşlasanız bile birkaç saat sonra toparlanıp yine de limit içinde tamamlayacak zamanınız olur. Spartathlon’da hata payına yer yok,  problemleri çok çabuk çözmek ve sürekli yol almak gerekiyor. Bir yarışın zorluk derecesini değerlendirmek için bence iki faktöre bakılabilir:
1-    Yarışa kabul edilme kriterleri (ne kadar zorsa o kadar tecrübeli kişiler katılıyor demektir).
2-   Yarışı bitirme oranı. 
Spartathlon geniş katılımlı ultralar arasında en zor kriterlere sahip yarış. Kendi çapımda bir tecrübem olsa da bu yarışa katılanların çoğunluğu ile kıyaslanamaz bile. Bu katılımcı profiline rağmen Sparta’ya 36 saat içinde ulaşıp Kral Leonidas heykelinin ayağını öpme şerefine ulaşanların oranı her sene 20% ile 50% arasında değişiyor. Kabaca katılan her üç kişiden biri yarışı tamamlayabiliyor. 

30-40 kişi katılımlı ekstrem yarışları bir kenara koyduğumuzda, bu geniş katılımlı ultralar arasında benim karşılaştığım en düşük bitirme oranı. Bunun en büyük sebebi de hata affetmeyen zaman limitleri.

Yıllara göre katılım ve bitirme oranları
Yukarıdaki cümleler belki “olası bir başarısızlığa kılıf aranıyor” gibi bir intiba yaratabilir. Umarım böyle algılanmaz çünkü bu özellikle hoşuma gitmeyen ve yapmaktan kaçındığım bir durum. Bunların hemen hepsi veriye dayalı tespitler ve yoruma açık fazla bir şey yazmamaya özen gösterdim. Ultra maraton dünyasını yakından takip eden herhangi biri de benzer şeyler söyleyecektir. 

Açıkçası dünyadaki yarışları yakından takip eden birisi olarak 3-4 yıl önceye göre çok daha fazla şey biliyorum. Ama adını duyduğumda midemde kelebekler uçuşturup uykumu kaçıracak yarışların en başında hâlâ Spartathlon geliyor. O zamanlar mesafe çılgınca geliyordu ama zaman limitinin zorluğunu kavrayamamıştım. Şimdi bu kadar tecrübeli koşucular arasından neden bu kadar az kişinin tamamlayabildiğini daha iyi anlayabiliyorum.
  
Öte yandan bunları hiçbir şekilde bahane olarak kullanmam. O formu gönderirken olası sonuçlarını biliyordum ve her türlü sonuca hazırlıklıyım. Zaten hepimiz aynı değil miyiz? Bazen daha hızlı, bazen daha uzun koşmak için kendimize karşı meydan okuyoruz. Bazen başarıyoruz, bazen "bir dahakine olur" diyoruz. Kendimize meydan okuyup sonuç ne olursa olsun her seferinde kendimiz hakkında bilmediğimiz bir şeyler öğreniyoruz. Bu da benim kendime meydan okuyuşum. Şimdiye dek yaptıklarımın en büyüğü.


En büyük umudum özel hayatımda büyük bir problem yaşamamak ve ciddi bir sakatlık geçirmeden hazırlanabilmek. Bu yarış bundan önce yaptığım hiçbir şeye benzemeyecek, bu açık ve net ortada. 6 ay sonra hayatımın en iyi fiziksel ve zihinsel durumunda olmak zorundayım. 

Yarışın sonucundan çok elimden geleni yapmamak beni hayal kırıklığına uğratır. Ama 26 Eylül sabahı saat 07:00’de Acropolis’te sağlıklı ve hazır şekilde bulunduğum takdirde hiçbir bahanem olmayacak çünkü elimden geleni yapacağımı biliyorum. 

11 yorum:

  1. abi bu nasıl bir yarış,nasıl bir mesafe ve nasıl bir zaman limiti diyip seni biraz daha da korkuttuktan sonra esas zor olan işin yarışa katılacak kişileri seçen jürinin olduğunu düşünüyorum.Bu tarz bi yarışı bitirebilecek 300 kişiyi seçmek gerçekten zor iş.Ama seni bu yarışa kabul etmekle işlerini iyi yaptıklarını bence ispatlamışlar.Eminim ki güzel bir mental ve fiziksel hazırlıkla bu yarışı bitirme oranını yukarı çeken az kişiden biri de sen olacaksın.
    Şimdiden başarılar,kolay gelsin

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Aykut, haddim olmayarak sana şunu söyleyebilirim. Zorluk her zaman göreceli bir kavramdır. Birileri için çok zor olan bir eylem diğer birileri için sıradan olabiliyor. Senin gibi iyi bir sporcu için bu koşu inanıyorum ki orta zorlukta bir koşu olacaktır. Bu işin üstesinden kolaylıkla geleceğinden eminim... sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mustafa abi tesekkur ederim, senin gibi her yonuyle ornek aldigimiz bir sporcudan bunu duymak cok onemli.

      Sil
  3. Aykut, yazını okurken inan içimde en ufak bir "acaba?" bile yok! Şimdiden tebrik ederim.Başarılar dilerim..

    YanıtlaSil
  4. Ilk bakista nedense onceki kostugun UTMB bana daha zor gozukmustu sonra bir kac kucuk hesap yapinca kosacagin mesafenin 6 Maraton mesafesi oldugunu ve arka arkaya herbir maratonu 6 saat altinda bitirmen gerektigini dusununce fikrimi degistirdim.. Simdiden Basarilar... Daily Mile Motivasyonu da gonderiyim: YOU ARE AN INSPIRATION :)

    YanıtlaSil
  5. Hocam okurken ben heyecanlandım, size şimdiden verimli ve sağlıklı bir antreman dönemi ile keyfini çıkaracağınız ve tamamlayacağınız bir yarış dilerim. Yarış raporunu okumak için şimdiden sabırsızlanıyorum. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  6. Aykut abi inanılmaz bir hedef seçmişsin ve hedeflenen sürede koşarak Yarışmayı bitiren 3 kişiden birininde sen olacağına canı gönülden inaniyorum..Rabbim bu hedefin boyunca sana güç kuvvet ve sağlam irade versin inşallah :)

    YanıtlaSil
  7. Tam da sana yakışan bir hedef olmuş Aykut. Demek ki spor(!) gazetelerimizde yer almayacak uluslararası bir başarımız daha olacak ;) İnşallah istediğin gibi bir hazırlık dönemi geçirip başlangıç noktasında arzu ettiğin gibi olursun. Bir de merak ettiğim bir şey var bunda da diğer ultralarda ki gibi kendi malzemelerini taşımak zorunda mısın yoksa hız önemli olduğu için destek ekibi ya da sık ikmal noktaları falan mı var?

    YanıtlaSil
  8. @Ahmet - UTMB'nin tabii ki cok farkli zorluklari var. Ancak zaman limiti olarak karsilastirdigimizda Spartathlon'un zorlugu cok daha buyuk. Eger limit 46 saat civari olsaydi bu anlamda benzer bir zorluk olurdu. Ornegin Badwater'in (135 mil, 217K) zaman limiti 60 saat. Evet, cok sicak oldugu bir gercek ama 60 saat cok genis bir limit ve bunun da etkisiyle son 5 yildaki bitirme orani %89 ile 94% arasinda degisiyor. Spartathlon'daki bitirme oraninin dusuklugu mesafeden cok daha fazla (ki haliyle mesafeni sakaya gelecek tarafi da yok) limitin cok acimasiz olmasindan.

    @Muzaffer, @Bulent - Guzel dilekleriniz icin tesekkur ederim.

    @Ali - Bu yarista her 4-5km'de bir kontrol noktasi ve istasyon var. Buyuk cogunlugunda su ve bazen biskuvi vs. var. Bunlarin her birinin tek tek kendine ait zaman limiti bulunuyor. Bunlarin haricinde birkac tane ana istasyon var, bunlarda corba, makarna gibi yemek de var. Genelde gunduz hava cok sicak oldudu icin el matarasi ile kosmak tercih ediliyor. Ben de hafif bir bel kemeri/cantasi ve el matarasi ile kosmayi planliyorum. (en azindan su an icin). Istasyon stratejisi onemli, cok cabuk ve efektif bir sekilde hareket ederek zaman kaybetmeden en iyi sekilde faydalanmak gerek. Yoksa her birinde gereksiz oyalanan icin avantajdan dezavantaja donusmesi isten degil.

    YanıtlaSil