“Bir maraton
koşmadan önce öncekini unutmuş olman gerekir”. Uzun mesafe koşmaya başladıktan sonra ilk duyduğum
sözlerden biri buydu. Ne var ki bunu uygulamak her zaman mümkün değil. 4 Temmuz Perşembe günü DASK ADAM (Anadolu Dağ Aşma Maratonu) organizasyonuna katılmak için Bolu’ya doğru giderken henüz birkaç gün önce koştuğumuz Lavaredo Ultra Trail henüz çok tazeydi ve gözümü kapattığımda Tre Cime’yi görmeye devam
ediyordum.
Yarış hakkında
daha fazla bilgiyi geçen seneki raporumda bulabilirsiniz ama bu organiasyona aşina olmayanlar için kısaca özetlemek
gerekirse, iki kişilik takımlar halinde katıldığınız bu yarışmada 2 gün boyunca
çadırdan mata, uyku tulumundan ilk yardım setine, tüm yiyecek ve giyecek malzemenize kadar
her şeyi sırtınızda taşıyor ve size verilen harita üzerindeki kontrol
noktalarına kendi belirleyeceğiniz rotadan giderek en hızlı şekilde ulaşmaya çalışıyorsunuz. İlk gün sonunda ara kampa ulaşıyor, burada taşıdğınız çadırı kurup geceyi geçirdikten sonra ertesi sabah verilen yeni harita ile tekrar yola çıkıyorsunuz. Kontrol noktalarında su
da dahil olmak üzere herhangi bir yiyecek içecek takviyesi bulunmuyor. Sadece
ilk gün sonunda geceyi geçireceğiniz ara kampta organizasyon tarafından yakılan ateş ve
ibriklerden doldurabileceğiniz sıcak sudan faydalanabilirsiniz. Farklı zamanlarda
başlayan takımlar arazide kendi belirledikleri yollardan gittikleri için çoğu
zaman saatlerce takım arkadaşınızdan başka kimseyi görmeden yol alıyorsunuz.
14.sü
duzenlenen organizasyonda uzunluk ve zorluk derecelerine göre kısa, orta, uzun
ve ultra adı altında dört farklı kategori bulunuyor. Bu sene tüm kategorilerde 71 takım ve 142
sporcu bulunuyordu. Biz de geçen sene olduğu gibi Caner Odabaşoğlu ile iki
günlük uzunluğu yaklaşık 90km ve +4000m tırmanış olarak öngörülen ultra parkura
katılmaya karar vermiştik. Aslında bu sıkışık
takvime geçen seneden biraz hazırlıklıydık çünkü geçen yıl da benzer şekilde Run Fire Cappadocia’dan döndükten 4 gün sonra DASK ADAM 2012 Ultra Parkur için yola
çıkmıştık.
Bolu’nun Seben
ilçesine yakın bir arazide kurulan ana kamp alanına akşamüstü sularında
ulaşınca hızla kayıt işlerini hallettik. Biz koşarken Caner’in ailesi kampta kalacağı
için geçen seneki iki oda bir salon 13kg’lık dev çadır yine bizimle
birlikteydi. Birkaç hektarlık düz arazi bulduktan sonra çadırın kurulması 10 dakikada tamamlandı. Tanıdıklarla sohbet
vs. derken gece 9’da yapılan teknik toplantıda, ultra parkurdaki kayıtlı 11 takım
arasında sabah 05:20’de çıkış
yapacağımızı öğrendik. Geçen sene 05:00’de çıktığımızı düşününce 20dk fazla
uyuyacak olmak fena değildi. Akşamdan son çanta hazırlıklıklarını tamamladıktan sonra saati 04:20’ye kurarak uykuya daldım.
Tahminimden soğuk bir gece oldu. Kalkar kalkmaz hızlı bir kahvaltı ile 05:17
gibi haritamızı almak için başlangıç noktasındaydık.
İlk günden
aklımda kalanlar, çıkış ve inişlerde
fena olmayan bacakların düzde koşmakta zorlanması, bir yayladan geçerken “kolay
gelsin” dediğimiz teyzenin bizi durdurup elimize tutuşturduğu kendi pişirdiği
simitlerin tadı, geçen sene kaçırdığımız yola çok benzer şekilde yokuş aşağı inerken sohbete
dalıp arkaya doğru kıvrılan yolu kaçırarak 20dk kadar kaybetmemiz, özellikle inişlerin geçen seneye göre daha teknik ve kayalık zeminde oluşu ve
7. noktadan sonra yaklaşık 2200m'deki artalkaya’ya çıkan 1.5km’lik bayıltıcı tırmanış.
İlk günde son metreler. Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
İlk günün sonu. Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
İlk gün sonunda minyatür çadırın kenarında yarım saat kestirirken Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Günün sonunda ara
kampa 3. takım olarak ulaşmıştık. 9 saatin altında bir sürede geldiğimiz için
akşama kadar oldukça vaktimiz olması avantajdı. Hemen giysileri yıkayıp astık,
birer çorba içip yarım saat kadar kestirdik. Ara kampta kalacağımız mini çadır boyut bakımından ana
kamp çadırı ile büyük bir kontrast oluşturuyordu. Görenler bu çadıra iki kişi nasıl
sığacağımız konusunda espriler yaparken gecen sene de aynı çadırda kalmış
olarak hem boyuta hem de esprilere hazırlıklıydık. Bu çadır için “aslında dışardan gözüktüğü
kadar küçük değil, içine bir girseniz yayla gibi” demek isterdim ama maalesef dışardan
gözüktüğü kadar küçük! İlk aşama çadırı devirip, yırtmadan içine girebilmek ile
başlıyor.Girer girmez hemen 6-7 saat kadar sabit kalabileceğiniz pozisyonu
bulmanızda fayda var, bir daha değiştirme şansı bulamayabilirsiniz. Gece
tuvalete kalkmak mı dediniz? Aklınızdan bile geçirmeyin.Tabii şunu da söylemek gerekir ki ana kamptaki
dev çadırda bir gece kalıp sonra buraya
geçince yaşanılan travmanın boyutu biraz daha büyük olabiliyor. Şaka bir yana omuzlarım bu çadırı seviyor. Bir şeyi 2 gün boyunca 15+ saat sırtınızda
taşıyacaksanız hafif olmasında fayda var. Tabii hafifliğin getirdiği
dezavantajlara da katlanmak gerek. Yılda bir gece (tercihan 8-10 saat koştuktan
sonra) girip sızmakta problem görmüyorum, fazlası fazla olur!
Ara kampta bu kez
getirmeyi akıl ettiğimiz sucukları kamp ateşinde pişirip bulgur pilavi, çorba,
kore eriştesi ve ekmekle destekleyince beslenme ve toparlanma oldukça sağlam
oldu. İkinci gün sorunsuz kalktık. İlk gün rölantide gitmenin de etkisiyle olsa
gerek vücutta herhangi bir problem veya sıradışı bir yorgunluk yoktu. Gitmemiz
gereken 8 noktanın ilk dört tanesi göreceli olarak hızlı geçti. İkinci noktadan
hemen sonra oldukça düz olan toprak yolda koşarken bir anda kendimi yüzükoyun yerde buldum.
Ayağım taşa mı yoksa batona mı takıldı hâlâ bilmiyorum ama her zaman olduğu
gibi düşmenin normal karşılanabileceği sayısız yer varken yine en beklenmedik
yerde düşüş gerçekleşti. Sol dize biraz hasar alsam da kalıcı bir problem olmadan ucuz atlattım.
Ara kampta çadırların arasındaki sürü Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Fotoğraf: Caner Odabaşoğlu |
Bunun haricinde bazı noktalarda bubi tuzağı gibi
otların arasından geçen ve yarım metre kalana kadar farkedilmeyen dikenli teller vardı. 5. Noktaya gelirken bunlardan
birini geç farkedince nasibimi aldım ve sol ayak bileğimin arkası derince kesildi. Noktada hızlı bir pansuman sonrası devam
ettik. 5. Nokta ile 7. Nokta arası çok sık
ağaçlıklı bölgedeydi ve vücudun geçeceği kadar alan bulamadığımız yerlerde bazen döne döne tırmanmak gerekiyordu. Son bölümde ise birkaç teknik inişle yapılan kestirmeler ile sondan bir önceki kontrol noktasına olan 7. Noktaya ulaşınca
yarış da nerdeyse bitmiş oldu. Geri kalan 3km düz yolda yokuş
aşağı olunca biraz bacakları açtık. 3. olarak başladığımız günde sıralamanın değiişmesi için ya bizim çok yüksek performans göstermemiz ya da önümüzdeki iki takımın önemli navigasyon hataları yapması gerekiyordu. Sonuçta her ikisi de olmadı ve yaklaşık 7 saat sonunda, güne başladığımız
şekilde üçüncü sırada ana kampa ulaşarak yarışı tamamladık.
Bu tip bir takım
yarışında üyelerin birbirini tanıması ve güçlü oldukları yanları ön plana
çıkarması önemli. Bizde de bu sene iş artık otomatiğe bağlanmış gibiydi.
Teknik inişlerde Caner öne geçip ideal yolu belirlerken, daha hızlı
inişlerde ben öne geçip tempoyu arttırdım. Tırmanışlarda o an için kimin gücü
ve motivasyonu yüksekse bir şey söylemeye gerek kalmadan öne geçip diğerini çekiyordu. Düz yollarda ise Dolomitler’in de etkisi ile koşmakta zorlanan
bacaklar çoğu zaman ikimizi birden ittirecek bir üçüncü kişiyi aradı. İşin zihinsel kısmında da işler istediğimiz gibi gitti, en zorlandığımız zamanlarda bile negatif bir ruh haline girmeden birbirimizi motive ettik.Caner'in ailesinin ana kamptaki harika desteği ve farklı parkurlarda olsak da birçok arkadaşın motivasyonu ile zor olduğu kadar eğlenceli bir haftasonu oldu.
Caner’in
hesaplamalarına göre ultra parkurdaki 2 günlük toplamımız yaklaşık 78km ve +4000m olarak
gerçekleşti. Geçen seneye göre biraz daha kısa ama kilometre başına daha çok
tırmanış ve daha teknik zemin.
Son 15 metre Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Finişten 30 saniye sonra. Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
İki gün boyunca zorlandığımız anlarda en çok yaptığımız espri, gelecek sene ultra parkur yerine kısa parkura katılıp ilk gün sonundaki ara kampta kesmek için sırtımızda karpuz taşımaktı. Aslında hiç fena fikir değil ama biz koşucuların hafıza problemi olduğunun dülşününce, gelecek sene Haziran ayı geldiğinde sanırım yine tüm acıları unutup ultraya kayıt oluruz :)
İstanbul’a dönüş yolunda gözümü kapattığımda artık Tre Cime gidip yerini Kartalkaya tırmanışına bırakmış, bana da sayfanın tepesindeki sözü biraz değiştirmek kalmıştı: “Bir maratonu (ultrayı) unutmak için hemen yeni bir maraton daha koşman gerekir!.”
İstanbul’a dönüş yolunda gözümü kapattığımda artık Tre Cime gidip yerini Kartalkaya tırmanışına bırakmış, bana da sayfanın tepesindeki sözü biraz değiştirmek kalmıştı: “Bir maratonu (ultrayı) unutmak için hemen yeni bir maraton daha koşman gerekir!.”
DASK ADAM Organizasyon Ekibi Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Ultra Parkur ödül kürsüsü Fotoğraf: Faika Berat Taşkıran |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder