Daha çok DASK olarak bilinse de ADAM (Anadolu Dağ Aşma Maratonu) 2000 yılından beri düzenlenen ve ülkemizdeki
kendi alanındaki tek etkinlik. Bu sene
13.sü yapılan organizasyona Caner Odabaşoğlu ile birlikte katıldık ve Ultra
kategorisindeki parkuru birinci bitirmeyi başardık. Caner'in güzel fotoğraflarla bezenmiş detaylı yarış raporunu da okumanızı tavsiye ederim.
Doğa Araştırmaları Sporları Ve Kurtarma Derneği (DASK) çatışı
altında düzenlenen ADAM, her sene görevli ve gönüllerinin büyük özverisi ile dayanıklılık
sporlarına gönül vermiş insanları bir araya topluyor. Organizasyonun temelini
OMM kısaltmasıyla bilinen ve Büyük Britanya’da organize edilen Original Mountain Marathon oluşturuyor.
İlk olarak usta bir dağcı ve oryantiringci olan Gerry
Charnley tarafından tasarlanan ve 1968’den bu yana düzenlenen bu organizasyonda,
yarışmacılar iki gün boyunca her türlü yiyecek, giyecek, ilk yardım malzemesi
ile birlikte çadır, mat, uyku tulumu gibi malzemelerini yanlarında taşıyarak her
sene farklı bölgelerdeki dağlık alanlarda uzun mesafeleri kat etmeye
çalışıyorlar.
İşaretletmenin
bulunmadığı parkurlarda, iki kişiden
oluşan takımlar rotayı ancak yarış sabahı aldıkları harita ve koordinatlar ile
öğreniyorlar. Daha sonra bu haritada geçmeleri gereken kontrol noktalarını işaretleyip
kendileri için en uygun ve hızlı rotayı seçerek ana kamptan ayrılıyor ve yarışa
başlıyorlar. Kontrol noktalarından geçip
ilk gün sonunda ara kampa ulaşmayı başardıktan sonra kendi malzemeleri ile kamp kuruyor, ertesi sabah yine organizasyonun belirlediği bir saatte yeni rotalarını
alarak ilk başladıkları yer olan ana kampa en hızlı şekilde dönmeye
çalışıyorlar.
ADAM
organizasyonunda bu yıla kadar isimlerinden de anlaşılabileceği gibi mesafe ve
zorluk derecelerine göre belirlenen KISA, ORTA ve UZUN olmak üzere üç değişik
mesafedeki parkurlar bulunmakta idi. Bu yıl bunlara ek olarak ULTRA adı altında
yeni bir parkur eklendi.
Aşağıda organizasyon tarafından bildirilen yarışmacı duyurusundaki "kuş uçuşu" mesafeleri görebilirsiniz. Tabii ki gerçekte bu mesafelerle yarışı bitirmek olası değil. Arazi ve dağ şartlarında bu mesafeler, rota seçiminize ve hatalarınıza bağlı olarak 30% - 60% arasında artabiliyor. Örneğin bizim iki günlük toplamımız 88Km olarak gerçekleşti.
Aşağıda organizasyon tarafından bildirilen yarışmacı duyurusundaki "kuş uçuşu" mesafeleri görebilirsiniz. Tabii ki gerçekte bu mesafelerle yarışı bitirmek olası değil. Arazi ve dağ şartlarında bu mesafeler, rota seçiminize ve hatalarınıza bağlı olarak 30% - 60% arasında artabiliyor. Örneğin bizim iki günlük toplamımız 88Km olarak gerçekleşti.
parkurlar
|
uzunluk km
|
(+) rakım (metre)
|
kısa 1. gün
|
14
|
1050
|
kısa 2. gün
|
10
|
500
|
kısa toplam
|
24
|
1550
|
orta 1. gün
|
24
|
1800
|
orta 2. gün
|
14
|
1000
|
orta toplam
|
38
|
2800
|
uzun 1. gün
|
29
|
2400
|
uzun 2. gün
|
19
|
1400
|
uzun toplam
|
48
|
3800
|
ultra 1. gün
|
39
|
3100
|
ultra 2. gün
|
23
|
1600
|
ultra toplam
|
62
|
4700
|
YARIŞ ÖNCESİ ve HAZIRLIK
21-22 Temmuz 2012
tarihlerinde düzenlenen bu yılki yarışmanın ana kamp alanı olarak Bolu’nun
Kıbrısçık ilçesine bağlı bir bölge seçilmişti. Son kayıt tarihi ise 16 Temmuz
Pazartesi günü olarak açıklanmıştı. Caner ile birlikte 9-15 Temmuz tarihleri arasında
Run Fire Cappadocia (RFC) ultra maratonunda koştuğumuz için, kayıt yaptırmak
için son günü beklemekten başka çaremiz yoktu. Ne de olsa RFC sonrasında ne
durumda olacağımızı, herhangi bir sakatlığımızın olup olmayacağını önceden kestirmemiz
imkansızdı. 16 Temmuz Pazartesi günü geldiğinde kendimizi iyi hissediyorduk ve sıra
Uzun veya Ultra parkur arasında seçim yapmaya gelmişti.
Yarış öncesinde
ve esnasında bu seçimin kafamızı devamlı meşgul etmesini ve “neden bunu seçtik”
gibi bir düşünce oluşturmasını istemiyordum. Caner de benzer düşünüyordu ki bunu
çok fazla irdelemenin negatif etki yaratacağına karar verip Ultra Parkura
yazılmak konusunda anlaştık ve bu konuyu bir daha açılmamak üzere kapatarak kaydımızı yaptırdık.
RFC’den döndükten
sadece 5 gün sonra başlayacak böyle ciddi bir maceraya özellikle zihinsel
olarak odaklanmak çok kolay değildi.Yanıma alacağım malzeme ve yiyecek konusunda plan
yapmak konusunda çok isteksizdim ve uzun süre bunu erteledim. Ultralar
öncesinde bu tip şeyleri son ana bırakmak aslında tehlikelidir ama sanırım bu kez yapılması
gereken bir şeydi çünkü birkaç gün de
olsa kafamızın boşalmasına ihtiyacımız vardı. RFC’de fiziksel yorgunlukla
birlikte her gün kalori ve gram hesapları yapmaktan, devamlı bir sonraki günün
hazırlığını planlamaktan biraz sıkılmıştım. Ayrıca Kapadokya’da geçen sürede koşu dışındaki
hayatın getirdiği iş ve sorumluluklar birikmişti ve bunlara odaklanmak
gerekiyordu.
Sonuçta Çarşamba gecesi
yatmadan önce son bir gayretle basitçe
bir malzeme ve yiyecek planlaması yaptım. Perşembe günü de bunları olabildiğince tamamlamaya
çalıştım. Yola çıktığımız Cuma günü kritik noktalardaki eksikleri tamamladığımı
umuyordum ve geri kalan ayrıntılara da start öncesne kadar karar vermeyi
planlamıştım.
Rahat ve keyifli bir
yolculuktan sonra kamp alanına ulaştık. Caner’in eşi Hande ve oğlu Can Berk,
biz iki gün boyunca koşarken kampta kalacakları için Caner ana kamp için devasa
bir çadır getirmişti. Kamp boyunca her gören tarafından “3 oda bir salon” ve “apart pansiyon” şeklinde esprilere konu olan
13kg’lık çadırı kurduktan sonra, bir taraftan kamptakilerle sohbet edip bir
yandan da ertesi günün planlamasını yapmaya çalıştık. Yarışta yanımıza çok daha
küçük olan 1.5kg civarında bir çadır alacaktık ama eğer 13kg’lık bu çadır ile yarışa girip ilk
gün sonunda ara kampta kursak nesilden
nesile anlatılan bir hikaye olurdu şeklinde espriler de yapmadık değil.
Gece havanın
oldukça soğuması yanıma alacağım giysiler konusunda bir uyarı işareti oldu.
Akşam 21:30’daki brifingte son bilgileri aldık. Her ekip değişik saatlerde
çıkış yaptığı için saat bilgisi de
herkese o anda verildi. Sabah 5:10’da başlayacağımızı öğrendikten sonra dinlenmek
için pansiyona çekildik.
Pansiyonun verandasında otururken... Fotoğraf Ulaş Önol |
GÜN 1
Ultra Parkurda ilk
gün ara kampa kadar 9 kontrol noktası vardı ve mesafe kuş uçuşu olarak 39km ve
+2300m olarak açıklanmıştı. Bunun bizim için gerçek anlamının 50-55km ve 2500-3000m
civarı tırmanış olmasını bekliyorduk. Sonuç
60km ve +3100m tırmanış olarak gerçekleşti.
1. Gün Eğim Grafiği |
Gün bizim için
rahat ve yavaş başladı. 5:15’e doğru başlangıç noktasına gidip haritamızı aldık
ve 15-20 dakika içinde harita üzerinde kontrol noktalarını işaretledikten sonra
dik bir tırmanış ile etaba başladık. RFC’den sonra ilk kez koşu kıyafetlerimi
giymiştim ve ilk kilometrelerde koşmaya pek hevesli değildim. Bunu 10 saat
civarında sürecek ve çok da strese girmememiz gereken bir doğa gezisi gibi düşünmeyi
planlamıştım. Bu organizasyonda takımlar birbirinden farklı zamanlarda çıkış
yaptıkları ve çoğu zaman dağda karşılaşmadıkları için bu düşünce yapısını
korumak özellikle ilk gün için pek zor
olmadı.
Yarışta rota seçimi en önemli noktalardan biri. Bence bu tip bir yarışmada eğer
ekibin iki üyesi de yön bulma konusunda birbirine yakın oranda tecrübeliyse
birlikte çalışmak mantıklı. Ama bizim örneğimizdeki gibi bir kişi diğerinden
çok daha tecrübeliyse, bence tecrübesiz olanın kafa karıştırıp huzursuzluk yaratmamak ve diğerinin rahat çalışmasını engellememek adına arka planda
kalmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Haritayı alır almaz koordinat işaretleme faslı. Fotoğraf Faika Berat Taşkıran |
Ancak tabii ki işe karışmayan
kişinin, yarış sırasında her türlü problemin yaşanabileceğini önceden kabul
ederek bu işe girmesi ve sorumluluğu diğerinin üstüne atmaması gerekli. Her ne
kadar Caner bu alanda tecrübeli olsa ve 2 gün boyunca navigasyonu son derece iyi şekilde gerçekleştirse de hataların olmasının kaçınılmaz olduğunu biliyordum ve kendimi
en olumsuz durumlara karşı hazırlamıştım. Sonuçta ya kendiniz bu işi çok iyi
öğrenecek ve sorumluluğu üzerinize alacaksınız ya da benim gibi bu konuda tecrübesizseniz
ne tür bir problem yaşanırsa yaşansın bunu normal karşılayacaksınız.
Etabın başındaki
ilk 3 kontrol noktası dik eğimlerde devamlı tırmanış içeren bölümlerdi. 1350m’de
bulunan ana kamptan çıktıktan sonra ilk nokta 1520, sonraki 1700m,
üçüncüsü ise 1990m’de olacaktı. Noktalar
arasındaki inişler de işin içine girince bunlar ciddi tırmanışlar demekti. Özellikle
3. noktaya çıkan dik kayalık bölümde dört ayak üzerindeki tırmanış yorucu oldu.
3. ve 4. noktalar arasında ise Köroğlu dağlarında 2200m yüksekliğe tırmandık. Bu bölümde olağanüstü manzaralar vardı, birkaç defa arkama dönüp bulunduğumuz bölgenin güzelliğine baktım ve tüm yorgunluğu unuttum. Ancak burada aynı zamanda bence iki gün içinde karşılaştığımız en kötü zeminle de karşılaştık. Yerdeki öbek öbek otlar ve kökler yüzünden zemin gözükmüyordu ve her
adımdaki çukurlu arazi ayak bileklerimi büyük bir teste tabii tuttu. Bu bölümde Caner’in haritayı incelemek için
biraz mola vermesiyle bilekler kendine geldi ve dördüncü noktaya ulaştık.
İlk kontrol noktasından sonra tırmanışa başlarken. Fotoğraf: Funda Külahçı Gönendik |
2200m'ye çıkarken bilekleri test eden zemin. Fotoğraf Caner |
Böyle durumlarda ağırlık fiziksel performanstan çıkıp zihinsel performansa geçiyor. Ben buna “düşünmemeyi düşünmek” diyorum. Eğer önünüzde daha bir bu kadar yol olduğunu, yokuşların çok uzun ve dik olduğunu, yorulduğunuzu, sıkıldığınızı “düşünürseniz” işler katlanarak zorlaşıyor. Ama beyninizi bu düşüncelerden bir şekilde arındırmayı başarır ve başka şeylere konsantre olmayı başarabilirseniz işin zorluğu azalıyor. Yanınızda pozitif düşünen biriyle gidiyorsanız bunu gerçekleştirmek daha kolay. Biz de bu bölümde bunları yaparak işin zorluğunu beynimize unutturmaya çalıştık ve sanırım başarılı olduk.
7. noktaya hızlı gelmiş olacağız ki buradaki görevli önce oldukça şaşırdı ve nokta atlayıp
atlamadığımızı birkaç defa kontrol etti. 8 saat 15 dakika civarında da 8. noktaya gelmiştik
ve saatte bir nokta ortalaması hala devam ediyordu. Buradan geçtiğimize dair
mührü bastırırken yanımızda yanan ateş harika gözüktü. Hava soğuk olmamasına rağmen
bu kadar saat hareket ettikten sonra vücut kendini ısıtmakta zorlanmaya
başlıyor.
1910m'deki 9. Noktaya ulaşmak
için iki seçenek vardı. Ya stabilize yoldan gidecek ama yolu oldukça uzatacaktık
ya da teoride daha kısa gözüken çok dik bir tırmanış ile kendimizi dağa
vuracaktık. Kırk satır mı kırk katır mı şeklindeki bu soruyu biraz düşünüp dağa
vurmaya karar verdik. Sonuçta her gün dağa tırmanmıyoruz, fırsatını bulunca kullanmak gerek! Kurumuş dere yatağı üzerindeki kayalık bölgede kaplumbağa hızıyla ve zaman zaman dört ayak üzerinde bu tırmanışı yaparken, bunun son büyük tırmanış olduğunu
söyleyerek birbirimizi motive ettik. 1910m’de bulunan 9. Noktadan, 1510m’de
bulunan ara kampa kadar 5-6km’lik bir iniş vardı.
9. nokta zor geldi ama bir şekilde geldi. Buraya ilk gelen ekip olduğumuzu
öğrendikten sonra uzun sürecek iniş başlamıştı ve bu kez teste
tabii tutulma sırası quad kaslarına gelmişti. Sürdürülebilecek bir tempo tutturup devam ettik. Bir süre
sonra Caner “acaba 10 saatte bitirebilir miyiz?” diye sorunca saate baktım ve koşu
süresi olarak 9 saat 35 dakika (harita işaretleme bölümü hariç) geçtiğini
gördüm. Haritaya göre 5-6km’lik yol vardı ve büyük bölümü yokuş aşağı idi. O yorgunluk halinde ve arazi şartlarında pek
mümkün gözükmedi ama bu kadar zaman sonra insan kendini motive edecek bir
şeyler arıyor ve açıkçası bu da tam benim aradığım şeydi. Denemekten bir şey çıkmaz diye
düşündüm. Hiç olmazsa ara kampa daha hızlı ulaşıp dinlenmeye daha çabuk
geçebilirdik. Ne var ki biraz sonra başımıza geleceklerden habersizdik.
Bu bölümlerde 4:30
temposunda koşarken haritaya göre bir
çataldan sağ tarafa dönüş bekliyorduk. Hızlı koşmamıza rağmen konsantrasyonumu
kaybetmemiştim çünkü ultralarda yanlış yolda gitmekten en çok korktuğum yerler yokuş
aşağı koştuğum bölümlerdir. Yokuş aşağı bölümde yanlış giderseniz geri dönüp yokuş yukarı çıkmak
fiziksel yönden yorucu olduğu kadar psikolojik açıdan da büyük yıkım yaratır. Fakat
burada dikkatimizi dağıtan birkaç olay oldu. Önce önümüzde kısa parkurda
yarıştıklarını öğrendiğimiz iki kişiyi gördük ve yanlarından geçtik. Hemen sonra
yanımızdan bir organizasyon arabası geçerek koştuğunuz yönde devam etti. (Yapması gerektiği gibi olumlu veya olumsuz hiçbir şey söylemedi ama büyük ihtimalle içinden halimize kıs kıs gülüyordu!).
Dolayısı ile tüm işaretler doğru yolda olduğumuzu gösteriyordu. Zaten beklediğimizden
biraz daha geç olsa da sağ tarafa ayrılan yolu da hemen gördük ve dönerek devam
ettik.
Ancak 2km daha
gittikten sonra kamp hala gözükmeyince endişeler artmaya başladı. Ultralarda kaybolma ve yanlış yolda gitme duygusu çok ilginç bir fenomen. Yarışlarda yeterince kaybolmuş biri olarak bu duyguya alışığım ve kaybolan kişinin geçirdiği evreleri psikolojideki ünlü Kübler Ross Modeli'ndeki 5 evreye benzetiyorum.
- Önceleri içinizi hafif bir huzursuzluk ile kaplamaya başlayan yanlış yolda gitme hissi giderek artıyor. Bunu kabul etmek istemiyor, işaretleri takip ettiğinizden emin olduğunuzu düşünüyorsunuz. Biraz daha gidersem işaretler çıkacak diye düşünüp farkında olmadan dipsiz kuyunun derinliklerine iniyorsunuz. (İnkar)
- Organizasyonun işaretlemeyi iyi yapmadığını düşünüp sinirleniyor ve soğukkanlılığınızı kaybediyorsunuz. (Öfke)
- Yolu büyük bir dikkatle inceleyerek ilerde bir işaret görmeye çalışıyor ve eğer bu durumu atlatırsanız bundan sonra çok daha fazla dikkat edeceğiniz konusunda kendinize söz veriyorsunuz. (Pazarlık)
- Hata yaptığınız ve yanlış yolda olduğunuz gerçeği ile yüzleşiyor ve kendinizi midenize okkalı bir yumruk yemiş gibi hissetmeye başlıyorsunuz (Depresyon).
- Durumu kabul ederek geri dönüp doğru yolu aramaya başlıyorsunuz. (Kabullenme)
Kübler Ross Modeli |
Daha önceki ultralarda dalgınlıktan, dikkatsizlikten, yorgunluktan ve konsantrasyon bozuklukluğundan dolayı yanlış gittiğim zamanlar oldu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu örnekte büyük bir hata veya dikkatsizlik yaptığımızı pek düşünmüyorum. Evet hızlı gidiyorduk ama bence kesinlikle dalıp gitmemiştik. Birçok yan faktör de doğru gittiğimizi işaret ediyordu. Kaçırdığımız yolu görünce çok şaşırmadım çünkü yukardan inerken görmenin çok zor olduğu bir yoldu. Bir kez daha insem yine kaçırabilirdim. Zaten birçok takımın burada hata yaptığını da sonradan öğrendik.
Sonuçta 10 saat
hedeflerken, son bölümde 6.1km fazlalığa malolan hatayla birlikte 11 saat 10 dakika
civarı koşma süresi ile kampa geldik. Evdeki hesap çoğu zaman olduğu gibi araziye yine
uymamıştı. Son bölüm hariç ortanın üstü bir tempoyla gittiğimizi
söyleyebilirim. Yarış temposunda kesinlikle değildik ama büyük hata yaptığımızı anladığımız 55.km’ye kadar koşulabilecek yerleri
de büyük ölçüde koştuğumuzu düşünüyorum.
Bu aslında çok bilinçli yaptığımız bir şey değildi. Bence RFC’de bir hafta boyunca Caner'le birlikte bu şekilde koşmanız bunu motor hareket haline getirmiş ve kas hafızasında
yer etmiş. Bitirdiğimizde, eğer bu şekilde yapmasaydık
parkuru 15-16 saatten önce bitirmenin mümkün olmayacağını konuştuk. Bu da ertesi gün için neredeyse hiç dinlenme süresi kalmaması anlamına gelirdi.
Finişte ultra
kategorisindeki ikinci takım olduğumuzu öğrendim ama kaç dakika fark olduğunu
araştırmadım. Kampa gelir gelmez bir şeyler yedik, çadırı kurduk ve ertesi gün için hazırlanmaya
başladık. Akşam yemeğinde birçok kişi yanan ateşte yannda taşıdığı sucuk ve
etleri pişirirken, biz aynı ateşte çorap sote yaparak kurutma çalışmaları
yapıyor ve RFC ‘den arta kalan son dehidre
yemeklerimizi yiyorduk.
Gece yapılan brifingte
ertesi gün 6:05’te çıkış yapacağımızı öğrendikten sonra minimal çadırımıza
çekildik. Caner’in ana kamptaki devasa çaıdırından sonra bu çadıra girmek attan
inip keçiye binmeye çalışmak gibiydi. Caner’in iki kişilik olduğunu iddia
ettiği çadırın bence çocuk çadırı olduğu konusunda espriler yaptıysam da sonuçta
bu işte hafiflik önemli ve yine olsa yine o çadırla giderim. İnsan bir gece her yerde yatabilir, özellikle de bu
kadar yorgunken. Biz de kütük gibi yattık ve sabah 5’te kalktığımızda kendimi
beklenmedik şekilde iyi hissediyordum. Dışarı çıkıp havanın soğukluğunu görünce
çadırın bizi soğuktan çok iyi koruduğunu farkettim.
Ara Kamp. Bir yanda sucuk diğer yanda çorap sote. Fotoğraf Caner |
GÜN 2
Bugün kuş uçuşu olarak 23K olarak açıklanmıştı. Sonuçta bizim için 28K ve +1100m tırmanış olarak gerçekleşti.
2. Gün Eğim Grafiği |
Gün yine
ilk gün gibi başladı. Haritada koordinat işaretledikten sonra yola koyulduk. Sabah
kendimizi iyi hissediyorduk ve amaç büyük bir navigasyon hatası yapmadan iyi
bir tempoyla gitmekti. Ultra parkurdaki
dört takımdan Fırat-Derya ikilisi ilk gün sonunda yarışı bırakmak zorunda
kalmışlardı. Aykun-Orhan ikilisi 17 saatte gelmişlerdi. Alişan-Emre ikilisi
ise bizden 15-20 dakika kadar önce bitirmişlerdi.
İlk nokta tahmin ettiğimizden biraz içerde olunca 6-7 dakika
aradıktan sonra bulduk. Bundan sonra iyi bir tempo tutturduk ki, 3. noktayı
başlangıçtan sadece 1 saat sonra geçmiştik (harita işaretleme zamanı hariç).
Bunda tabii hız ve navigasyon kadar dik eğimlerin olmamasının da
etkisi vardı.
Etabın bundan sonrasında büyük tırmanışlar ve
bozuk zeminler vardı ama başlangıçtaki momentumun ve motivasyonunun da
etkisiyle tempoyu devam ettirmeyi başardık. Birkaç yerde kırılmış ağaç dalları ile dolu sık ağaçlı ormanlık bölgede dik yamaçlardan büyük hızla koşarak indik. Uzun yıllardır hiçbir insanın geçmediğini düşündüğüm böyle yerlerde hızla koşarken asfaltta veya insan eliyle yapılmış patikalarda koşarken hissedemediğiniz çok farklı duyguları tadıyor ve kendinizi tamamen özgür hissediyorsunuz. Sadece buralarda koşmak bile tüm yorgunluğa değerdi.
Açıkçası ilk gün içindeki belirli anlarda, kısa da olsa kendimi çok iyi hissetmediğim yerler vardı ve son bölüme kadar süreyi düşünmediğimiz için tempoyu zorlamamıştık. 2. günün bütününde ise kendimi çok iyi ve güçlü hissedince navigasyonun doğru olduğundan emin olduğumuz yerlerde tempoyu forse ettim. Bu bölümlerde Caner'in yaptığı iş gerçekten çok zordu. Yorgunluk çöktüğü zaman bazen kafanızdan en kolay matematik hesaplamaları bile yapamıyorsunuz. Bu halde haritayı doğru şekilde okumak büyük beceri istiyor. Ben de ihtiyacı olduğu zamanlarda ona yeterli zamanı tanımaya çalışıp, kullanmadığı zaman batonlarını taşımak, haritaya göre x metre sonra görmeyi beklediğimiz arazi şekillerine dikkat etmek ve takımın moral motivasyonunu yüksek tutmaya çalışmak gibi şeylere odaklandım. Herşey yolunda gitti ve navigasyon da kusursuz olunca 5 saatlik koşu süresi ile finiş noktasına geldik.
Açıkçası ilk gün içindeki belirli anlarda, kısa da olsa kendimi çok iyi hissetmediğim yerler vardı ve son bölüme kadar süreyi düşünmediğimiz için tempoyu zorlamamıştık. 2. günün bütününde ise kendimi çok iyi ve güçlü hissedince navigasyonun doğru olduğundan emin olduğumuz yerlerde tempoyu forse ettim. Bu bölümlerde Caner'in yaptığı iş gerçekten çok zordu. Yorgunluk çöktüğü zaman bazen kafanızdan en kolay matematik hesaplamaları bile yapamıyorsunuz. Bu halde haritayı doğru şekilde okumak büyük beceri istiyor. Ben de ihtiyacı olduğu zamanlarda ona yeterli zamanı tanımaya çalışıp, kullanmadığı zaman batonlarını taşımak, haritaya göre x metre sonra görmeyi beklediğimiz arazi şekillerine dikkat etmek ve takımın moral motivasyonunu yüksek tutmaya çalışmak gibi şeylere odaklandım. Herşey yolunda gitti ve navigasyon da kusursuz olunca 5 saatlik koşu süresi ile finiş noktasına geldik.
Bitirdiğimizde elimizden gelenin en iyisini
yaptığımızdan en ufak kuşkum yoktu. Yine de orta parkurdaki tek bir ekip hariç
tüm uzun ve orta parkur takımlarından önce bitirdiğimizi öğrenmemiz şaşırtıcı
oldu. Aslında hızlı gittiğimizin bir başka göstergesi de hemen her tempoda ve
şartta fotoğraf çekebilme özelliğine sahip olan Caner’in 2. gün pek fotoğraf
çekememesiydi. Yarım saatlik beklemeden sonra ikinci takım henüz gelmeyince
birinci bitirdiğimizi anladık.
Geri dönüp bakınca güzel deneyimlerle dolu bir organizasyon daha geride kalmış oldu. Türkiye
şartlarında ADAM gibi bir organizasyonu 13 yıldır başarıyla devam ettirmek
hiç kolay değil. Bu ancak birçok kişinin büyük özverisi ile mümkün oluyor. Herkesin
imkanı ölçüsünde ve elinden geldiğince desteklemesi gereken çok önemli bir etkinlik
olduğunu düşünüyorum.
Son 20 metre. Caner'in yükü biraz ağırlaştı ama durumdan çok memnun. Fotoğraf Faika Berat Taşkıran |
Bu deneyimden aklımda kalan birkaç noktayı da
ekleyerek yazıyı sonlandırırsam...
-İşin içinde takım olması üstünüze farklı bir sorumluluk
yüklüyor. Örneğin bir arazi koşusunda
veya ultra maratonda dikkatsizlik veya şanssızlık sonucu bileğinizi burkar veya
bir sakatlık yaşarsanız bundan sadece kendiniz etkilenirsiniz. Ama burada durum
farklı, sizin yaşayacağınız sorun partnerinizin bütün emeğini de bir çırpıda götürebilir. Özellikle 2. gün’deki teknik inişleri hızlı
tempoda inerken birkaç defa aklıma bu geldi ve kendimi daha dikkatli olmak konusunda uyardım. Benzer bir durum kontrol
noktalarında görevlilerin mühürlediği kağıtlar için de geçerli. Bu kağıdı taşımaktan ben sorumluydum ve düşürüp kaybedersem herşeyin boşa gideceği
düşüncesi ara ara kafamı meşgul etti.
Birincilik heykeli |
-Baton kullanmak veya kullanmamak... evet, bütün
mesele bu. Baton kullanma alışkanlığı ve pratiği olmayan biri olarak özellikle
ilk gün birkaç tırmanıştaki kısa bölümlerde Caner’in batonlarından birini alarak tırmanmayı
denedim. Pek rahat edemedim ve daha fazla yorulduğumu hissettim. Bunda alışık
olmamamın ve doğru kulanmamamın da etkisi muhakkak var. Fakat özellikle 2. gün en
dik yerler dahil tüm tırmanışları batonsuz çıktım ve kendimi çok daha rahat ve
güçlü hissettim. Batonun yükü bacaklardan alıp kollara dağıtması başta olmak
üzere faydalarının farkındayım ama alışık değilseniz ve batonla antrenman yapmamışsanız
bence sizi hızlandırmak bir yana yavaşlatabilir ve yorabilir bile. Ben kendimde
bunu gördüm. Batonun benim için en büyük faydası dere geçişlerinde kaygan
taşların üzerinde kayıp düşme riskini azaltmasıydı. Sonuçta yarın bir defa daha
katılsam yine batonsuz katılırım. Ama uzun
mesafe koşmak bana “asla asla dememeyi” öğretti ve ilerde ne olacağını bilemem. Sanırım kullanmam için batonla antrenman yapıp alışmam ve faydalarını önce
kendi gözümle görüp hissetmem gerek.
Caner - Ben - Hakan Gönendik - Alişan - Emre |
-ADAM için bir zorunlu malzeme listesi var. Birçok
yarışın aksine bu zorunlu malzemeler organizasyon tarafından yarış başında kontrol edilmiyor.
Sanırım böyle bir organizasyona katılanların bu işin ciddiyetini kavramış,
dağların ve zorlu arazilerin her türlü problemi yanında getirebileceğini
anlamış insanlar olduğuna inanılıyor. Zaten genel yarışmacı profili de böyle. Şunu
söylemeliyim ki, benim katıldığım tüm ultra maratonlar ve arazi koşuları içinde
zorunlu malzemenin en gerekli olduğu organizasyon bu. Herkes farklı rotalardan gittiği için bir
başka ekibi görüp görmeyeceğiniz belli değil. Bu sene cep telefonu (Turkcell) kamplar da dahil
olmak üzere parkurun belki 95%’inden fazlasında çekmiyordu Bir sorun yaşarsanız tek güvenceniz
partneriniz ve yanınızdaki ilk yardım malzemeniz. Bu açıdan ilk defa
katılacaklar için bence bu konunun hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gerekiyor.
ULTRA PARKUR İLK ÜÇ
Caner Odabaşoğlu - Aykut Çelikbaş: 16:32:55
Alişan Kayabölen - Emre Ayar : 18:02:01
Aykun Taşçıoğlu - Orhan Ağcaoğlu: 28:39:00
Tüm sonuçlar için tıklayın (EXCEL dosyası)
ULTRA PARKUR İLK ÜÇ
Caner Odabaşoğlu - Aykut Çelikbaş: 16:32:55
Alişan Kayabölen - Emre Ayar : 18:02:01
Aykun Taşçıoğlu - Orhan Ağcaoğlu: 28:39:00
Tüm sonuçlar için tıklayın (EXCEL dosyası)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder