Çocukken satranca
oldukça çok ilgi duyardım. Yüksek konsantrasyon gerektiren ve sürekli birkaç
hamle sonraki olasılıkları düşünmeye zorlayan bu oyunu bana öğreten babamla boş
zamanlarımızda saatlerce karşılıklı oynardık. Acemilik dönemlerimde yaptığım en
büyük hata, işler iyi giderken kendime fazla güvenerek konsantrasyonumu
kaybetmek olurdu. Bu da çoğu zaman nasıl olduğunu anlamadan vezirimi kaybetmemle
sonuçlanırdı.
Satrançta veziri
kaybettikten sonra oyunu kazanmak imkansız olmasa da son derece zordur. Bunun
altından ancak çok iyi oyuncular kalkabilir ama onlar da zaten kolay kolay bu
duruma düşmezler. Vezirin oyundaki en güçlü taş olması bir kenara, kaybedildiği
anda yaşanan psikolojik çöküş belirleyici rol oynar. Eğer bu kayıp rakibin çok
güçlü olması sonucu gelmişse kabul etmek daha kolaydır. Ama kendi hatanız ve
dikkatsizliğiniz sonucu oluşmuşsa kabullenmek çok zor olur ve çöküş hızlanır. Acemi oyuncular veziri kaybettiklerinde son
ana kadar çırpınarak can verirler. Ustalar ise bir süre bütün olasılıkları
gözden geçirdikten sonra rakibin elini sıkarak oyundan çekilirler.
Bu konu nereden çıktı? Son anda bir problem çıkmazsa önümüzdeki hafta RunFire Cappadocia ultra maratonuna katılıyorum. Hiç aklımda olmayan böyle bir kararı henüz 3-4 hafta önce verdiğim için hazırlanma periyodu her açıdan çok yoğun geçti. Aslında Mayıs ayında bir karşılaşmamızda Cenk Turan bu fikrin ilk tohumlarını beynimin bir köşesine ekmişti ama doğrusunu söylemek gerekirse bunu bir süre tamamen unutmuştum. Bu tohumları özene bezene sulayıp büyüten ve Haziran ortasında katılmaya karar vermemi dürtükleyen Caner oldu. Kendisiyle her konuda çok faydalı fikir alışverişleri yaptık. Daha sonra Mert'in de katılmaya karar vermesi ve kendisi katılamasa da dışardan her türlü desteği veren Ilgaz'la çok çeşitli konularda konuştuk. Bunların temel maddesi "hafif, ucuz" ile başlayan cümlelerdi. Artık bir süre bu cümleleri duymayacağım için sevinçliyim.
Emre Tok ve Yusuf Kuruner de kısıtlı süre içinde malzeme sağlamamda çok önemli destek oldular. Henüz kendisini sadece 5km'ye kadar koşturmayı başarabilsem de 25 yıllık dostum Budak Timuralp yine malzeme ve diğer konularda her zamanki gibi büyük destek verdi. Ultra maraton koşmak bireysel bir iş gibi gözükse de birçok kişinin direk veya dolaylı yoldan desteği olmadan mümkün değil. Temelde basketbol altyapısından gelen biri olarak, bu işte böyle bir takım oyunu olması da özellikle hoşuma gidiyor.
Satranç oyununa geri dönersek....Birkaç gün önce standart koşularımdan birini yaparken, her
zaman olduğu gibi yarış için gerekli malzemelerden yapılması gereken hazırlığa
kadar bir sürü soru kafamda dolaşıyordu. Bu esnada ultra mesafeler koşmanın
aslında birçok yönden satranca ne kadar çok benzediğini farkettim. Yapılacak
her hamlenin ilerde nelere malolabileceğini düşünmek, sonraki adımları olabildiğince
öngörebilmek ve yüksek konsantrasyonu saatler boyunca devam ettirebilmek...
İlk maratonumu koşmadan
önce ne giyeceğimden ne kadar su içeceğime kadar uzun süre karar verememiş ve
bunun ne kadar zor olduğunu düşünmüştüm. Oysaki ki ultra maraton koşmaya
başlayınca analiz, planlama ve zihinsel hazırlık aşamalarının çok başka bir
boyuta geçtiğini gördüm. Katıldığım ultra maratonlarda da bu aşamalara dikkat etmeye
çalışarak hataları minimuma indirgemeye elimden geldiğince dikkat ettim. Uzun
süredir çeşitli sebeplerle santranç oynayamıyorum ama sanırım farkında olmadan
ultra maraton koşmak benim yeni santranç oyunum olmuş!
Bu mesafelerde
kendine güven kuşkusuz çok önemli. Zihin hazır değilse bedendeki hazırlık sizi
ancak bir yere kadar taşıyabiliyor. Ancak bu güven duygusu insanı dikkatsizliğe,
konsantrasyon eksikliğine ve “nasıl olsa yaparım” düşüncesine sevkederse işte o
zaman büyük problemlerin ve geri dönüşü olmayan hataların başlaması kaçınılmaz.
Bu sebeple her zaman mesafeye saygı
duyulması gerektiğini düşünüyorum ve arazide 30-40km’lik bir antrenman yapacak
olsam bile olabilecek şeyleri elimden geldiğince öngörmeye ve bunlara
hazırlıklı olmaya çalışıyorum.
Tüm bunlara
rağmen bu tip mesafelerde hata yapmamak veya herşeyi önceden hesaplayabilmek
sadece bizler için değil elit ultra maratoncular için bile her zaman mümkün
olmuyor. Aslında bu sporu benim için cazip kılan yönlerden biri de bu. Değişen
ve beklenmedik şekilde gelişen şartlara karşı ne yapabilirim, uyum sağlayıp bunların altından kalkabilir miyim? Bunlar
için fiziksel ve özellikle zihinsel yeterliliğim var mı? Bu sorular insanın kendini ve çevresini keşfetmesi
adına çok büyük tecrübeler ortaya çıkarıyor. Bu deneyimleri kendinizle aynı
kafa yapısındaki insanlarla paylaşmak da kolay kolay unutulmayacak özel anlar
oluşturuyor.
Hepimiz zaman
zaman hatalar yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Hatalar olacak ki deneyim
olsun. Deneyimler olsun ki aynı hataları tekrarlamayalım. Önemli olan bu
hataları piyon, at ve fil seviyelerinde tutabilmek ve bunlardan ders alarak oyunun
sonunu getirebilmek.
Buradan hareketle
RunFire Cappadocia için amacım, katıldığım tüm ultra maratonlarda olduğu gibi bu
spora özgü sportmenlik, dayanışma ve yardımlaşma ilkelerine özen göstererek, şartlar
ve kapasitem ölçüsünde elimden geleni yapmak, fiziksel ve zihinsel yönden güçlü ve zayıf
yanlarımı keşfetmek olacak. Sonuç ne olursa olsun bu deneyimin büyük resim içinde
bana pozitif değerler katacağını aklımda tutmaya çalışacağım. Tüm bunları yaparken
de her zaman olduğu gibi veziri kaybetmemeye dikkat edeceğim. Umarım cesaret edip bu maceraya katılmayı göze alan tüm dostlarla birlikte bu işin altından başarıyla kalkabiliriz.
Aykut Çelikbaş
Yazınız gerçekten çok güzel olmuş yazdıklarınızdan ilhamla Türkiye'de pek bilinmeyen( ya da bilindiği tarafımdan bilinmeyen:))Amerikalı Dan Millman diye bir kişisel gelişim yazarı vardır. Onun ''No ordinary Moment'' kitabında sizin satranç metaforuna benze bir samurai metaforu vardır: Özür dileyerek ingilizcesini sizinle paylaşmak istiyorum. When facing a razor-sharp sword in mortal combat, the ancient samurai knew the importance of physical skill, but they also knew that skill alone was not enough if their minds were distracted or their emotion in turmoil. These warriors didn't play to win or lose; they played to live or die. If they had a weakness, they could not ignore it or pretend it didn't exist. The ancient wariors knew that like a chain, our lives break at weakest link. Their lives depended on complate and equal training of body, mind and emotion.
YanıtlaSilSaygılarımla
Yücel Kalem
Hazırlığın çok yönlü olması gerektiğini son derece guzel ifade eden mükemmel bir alıntı. Paylaşım için teşekkürler. Kapadokya'da görüşmek üzere.
Sil