Bundan 2 ay önceye kadar, 1 hafta boyunca sırtında su
dışında her türlü besin maddesini,
giyeceğini, uyku tulumunu, matını, kişisel bakım, ilk yardım ve güvenlik malzemesini
taşıyarak 7 gün boyunca 240km koşmak ve akşamları çadırlarda yatmak beni cezbetmiyordu.
Ben şahsen tek günlük ultraları, özellikle de 15-20 saat ve üzeri süren ultralardaki insanın
kendisiyle olan mücadelesini daha çok seviyorum.
Fakat 1.5 ay kadar önce Runfire Cappadocia’ya katılma
düşüncesi karşıma çıkınca düşündüm. Bir şeyi yapmadan sevip sevmediğimi nereden
bilebilirdim? Acaba sevmiyorum diye düşünmem bunu yapamayacağımdan çekindiğim
için miydi? Ne de olsa insan bilmediği şeylerden hep çekinir. Öğrenmenin tek
bir yolu vardı. 11 Haziran 2012 günü tetiği çekip yarışa katılma formunu gönderdim
ve yarıştan önce kafamdaki düşünceleri özetleyen şu yazıyı yazdım.
Aşağıdaki uzunca yazıda ise yarış boyunca yaşadıklarımın yanısıra,
yarışa ilk defa katılacaklara naçizane tavsiyelerim ve organizasyon hakkındaki
görüşlerim olacak. Bu yarışa hazırlanırken aynı organizasyon ekibinin iki
yıldır başarıyla düzenlediği Likya Yolu Ultra Maratonu hakkında detaylı yarış
raporları aradım ama maalesef bulamadım. Türkiye’deki ultra maratonların
gelişmesindeki en önemli eksik bence yarış raporlarının yok denecek kadar az olması.